Sözlerime bir çok ihtiyatımın olduğunu, özellikle dünya bahsinde bu ihtiyatların ruhumu ne büyük çıkmazlara soktuğunu belirterek başlamak istiyorum. Ey sevgili ruhum, senin üzerine söz söylemem ne büyük külfet. Ruhun kendisi bile bir buluttan, bir bilinemezlikten ibaretken ve bu bilinemezlik beraberinde daha nicelerini getiriyorken... Daha baştan tıkanıp kalıyorsun işte. Ya dünya menfaati dediğimiz şey, bir mahkumun gardiyandan medet umarak dilendiği bir somon ekmekten ibaretse. Öyle ya, dört duvar arasında ömrünün yarısını tüketmiş bir insan için özgürlük ya da akla gelebilecek ne kadar menfi arzu varsa, tüm bunlar o mahkumun hücresinin duvarlarını aşabilecek kadar zihni ve ruhi derinliğine, alt yapıya sahip midir? Buna evet diyebilecek "entelektüel" doygunluğa ulaşmış olan kişinin de zihin yapısı, en az o mahkumun durumu kadar iç açıcıdır!

Şimdi söz senin sevgili okur. "Dünya hayatı dediğin bu sefalet serüveninde, dünya dört duvarsa, senin bir mahkumdan kalır yanın nedir?"


Sanıyorum insanoğlu sormak şerbetinden bir kez tattı mı kendisini o lezzetten uzaklaştırabilecek, ele avuca gelir nedenler de her yudumda daha çok azalıyor.

Sormak, insanı yürüyüşlerde daha da kıskaç altına alıyor. Her adımda düşünmeden edemiyor ve soruyorsun: Bir sürgün hayatı insana ne kadar cazip gelebilir?

Yürüyüşlerin bir hapishanenin avlusunda volta atmaktan arta kalır yanı yok, ancak insan yine de bir an olsun hayret etmekten kendini alamıyor. Diyor ki, belki de kimseden gölgesini esirgemeyen bir ağaç olmalıydım. O haliyle bile köklerinin, kimin taş duvarından öteye geçemeyeceğini düşünüyor sonra.


Yazının burasına gelince sevgili okur, şunu sormanı isterdim: Bir mahkumiyeti açıklamak için dil ne ölçüde yetecektir ya da insan çalakalem bile olsa bir mahkumiyeti, mahkum olduğu yerden anlatmakla vakit öldürmek yerine, neden tüm o mahkumiyeti ortadan kaldıracak olan kuşlara imrenmesin? Belki de kuşları bile imrendiren bir kızın saçlarının öylece havada salınmasını izlemek varken...


Ses denilen bu yüce mefhumun söze dönüşmesi, bir kibriti durmaksızın kava sürtmekten başka bir şey değildir. Ateşle oynanan yerde yangının çıkması da kaçınılmaz bir neticedir. Belki de o yangındır kurtaracak olan bu dipsiz mahkumiyeti.