Merhaba, Russel İnsanlığın yarını kitabını inceleyeceğim.


Russel kitabın başında insanın gelişiminden bahseder. İnsan tür olarak diğer canlılar arasında fiziksel olarak en güçsüz olan varlıktır karanlık çağlarda. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği kafasının içidir. Bu kafa zamanla doğadaki diğer canlılara hükmetmiş ve doğanın efendisi konumuna getirmiştir insanı. İnsanı diğer canlılardan ayıran bir diğer faktörse dil becerilerinin olmasıdır der Russell. Dil becerisi zamanla yazıya dönüşmüştür. Yazı da sanata dönüşmüştür der. Evcilleşen hayvanlar, insanın doğaya hüküm sürdüğünü anlaması kendine yeni bir amaç bulmasına neden olmuştur. Evet, neden olmuştur diyorum çünkü insanın bir sonraki hedefi kendi soydaşları arasında hüküm sürme gayesi taşımasıdır. Bir düzlemde kolektif hedefler belirleyen toplumun diğer öteki haline dönüştürdüğü toplumları da Dünya'ya kendi çerçevesinden bakmasını sağlamasıdır. İnsanın diğer insanlar üzerindeki hüküm sürmesini sağlayan faktörler arasında nüfus, yarıştığı toplumlara göre bilgi ve beceri düzeyi vardır. Russell kitabın devamında 2. Dünya savaşında gerçekleşen atom bombası ve hidrojen bombasının insanlık tarihine yok etme kaygısına parmak basar. Hitler'in yayılım politikası Birleşik devletlerin atom bombası konusundaki ısrarını arttırmıştır. Birleşik devlet, Hitler'in bu yeni buluşu bulduğu takdirde Dünya içerisinde ne kadar tehlikeli bir lidere dönüşeceğinden çekiniyor, günler geçtikçe çalışmalarını hızlandırıyordu. Bilim adamları çalışmalarında başarıya ulaştıklarında Almanların bu konuda ne kadar geri olduğunu anladılar. Bilim adamları atom bombasının insanlar üzerinde değil de uluslararası alanda barışı sağlamak için kullanılan bir silah olması gerektiğini öne sürdüler diye devam ediyor Russell. Russell Atom ve Hidrojen bombaları için Dünyanın sonunun yine insanlık elinden geleceği konusunda pek iyimser olmayan fikirlere sahip değil. Bilimsel bir Dünya'nın ne kadar sürdürebilir olduğu sorusu da bir diğer çelişkisidir Russell'ın. Nükleer savaşın engellenebilir olması konusunda henüz iyimser bir gelişmenin olmadığını söylüyor Russell. Olası bir nükleer savaş sonucunda sadece insanların değil kültürlerin, bölgedeki biyolojik yapılanmanın ne denli büyük bir acı çekeceğini geri kalanların da savaş travmasının üstünde bir travma yaşayacağını söylüyor. Nükleer savaş sonucunda meydanda kalan insanların sağlıklı üremesi ve sağlıklı bireyler yetiştirmeyi hayal etmesi ufak bir ütopya haline dönüşecektir. Şu bir gerçektir. İnsanın eline geçen her şey elbet bir gün solacaktır. Ya bana özgürlüğü verin ya da ölümü diyen bir savaşçının sözünden esinlenerek bölümüne devam ediyor Russell. İngiliz politikasının Amerikan politikasını etkilediğini söyleyenlere gülünç bir şekilde yaklaşıyor. Sovyet Rusya'nın komünizm temelli yönetiminin insanlar tarafından eğreti karşılanması da demokrasinin bir firesi olduğunu söylüyor. Yukarıdaki söz gereği nükleer silahları olan bir Hitler'in savaş konusunda sıkıntıya girdiğinde ne yapacağını hepimiz ön görüyoruzdur. Bu Hitler örneği diğer liderler içinde benzerdir. Nükleer silahlanma konusunda ülkelerin kendisini korumak için bir diğer nükleer silahı olan ülkeden daha fazla silah üretmesi ne kadar gülünç. İnsan, bilimselliği kendi var olduğu Dünya'nın huzurlu, mutlu, refah düzeyi yüksek bir dünya olmasına kullanmazken ülkelerin bu nükleer at yarışları ya da küçük bir çocuğun " Anne, bak arkadaşımın oyuncağı var. Bende oyuncak istiyorum." demesi kadar gülünç buluyorum. İki çocuk tahterevalli de birbirini tartıyor. Ağır olan zayıf olanı kaldıracak elbette. Peki, salıncakta sallanan çocuğun bu yarışla olan ilişkisi nedir? Hiçtir. Birleşik devletlerin olası bir nükleer saldırısında sınırı aşan bu silahların suçsuz sınır arkadaşlarına nasıl zarar vereceğini biliyoruz. Bu sınır arkadaşların nükleer silahsızlanma konusunda adımlar atması gayet aşikardır. Russel atom bombasının Hitler bombayı bulmak üzere olduğu sanısına kapılarak meydana geldiğini ancak hidrojen bombasının Sovyet Rusya'nın henüz üzerinde bir çalışma yürütmediği halde Birleşik devletler tarafından üzerinde durulan derin bir konu olduğunu söyler. Hidrojen bombasının Hiroşima felaketinden daha türlü türlü felaketler meydana getireceği, kullanıldığı bölgede insan varlığının yok olacağını, yeniden yaşamın da insanlar üzerinde bıraktığı radyo aktif rahatsızlıklardan dolayı bombanın kullanıldığı bölgede olmayacağı ya da olsa bile insanlar için sağlıklı olmayacağını söyler. İnsanların savaş yerine barış konusunu gündeme getirmek için yeterli cesaretten uzak olduklarını da söyler Russell. İnsanlığın varlığını devam ettirmesi için gerekli olanlardan bahsetmek için ayrı bir bölüm oluşturmuştur. İnsan türünün yaşamını milyonlarca yıl devam ettirmemesi için önünde olan tek engel insanın kendisidir. Kitabın başında insan türünün zamanla doğaya üstünlük kurduğu, bu kurulan üstünlüğün insanı doyumsuz bir varlık haline getirdiğini söylemişti hatırlayacak olursak. İnsanın bir sonraki hedefi kolektif koloniler halinde yaşayan bir coğrafya yaratmak ve öteki haline dönüştürdüğü kendi türüne gücünü göstermektir. İnsan bilimsel süreçler devam ettigi sürece var olabilir mi sorusuna yeniden dönüyoruz. Öncelikle şu bir gerçektir. İnsanın elinden gelmeyecek pek az şey vardır. Russell uluslararası ya da ulusların üzerinde silahsızlanmayı isteyen bir kurumun insanlar tarafından oluşturulması bilimsel insanın hala varlığını sürdüren bir tür olması için ilk koşuldur. Bir diğer koşulda ulusal devletlerin üzerinde var olan bir yasa tanımlaması olmalıdır der. İnsanlar arasında ya da cografyalar arasında eşitsizliğin eşitsizlik olarak kalmadığı bir Dünya'nın insanları az çok tatmin edeceği kanısında olduğunu söyler. Ulusal bir zeminde yer alan Dünyamız acaba evrensel bir dünya boyutunu alabilir mi? Savaşın önlenmesi için bir gereklilikte budur. Russell'ın bakış açısı şöyledir. İnsan öldürmek bütün uluslarda bir suçtur. Bu suçu global bir devletin varlığı söz konusu olduğu takdirde ele alırsak insan öldürmenin bir dünya devleti yasalarında yer aldığında savaşın ne kadar anlamsız olduğu ulusal zeminde anlaşılacaktır. Peki, yasalarında insan öldürmenin suç olarak niteleyen güçlü ulusal devletlerin vatanseverlik, yurttaşlık, demokrasi getirme gibi nedenselliklerle güçsüz ötekileri yok etme çalışmasını ne demeli? Jung insan için bir kitabında şöyle der; " İnsan iyiliği de kötülüğü de içinde taşıyan bir varlıktır." Bu iyilik ya da kötülüğün ne zaman zuhur edeceği elbette bilinmez. Atom bombasını meydana getiren bilim adamları insanlık adı altında bu çalışmaları yaptığını söylemişlerdir. Uygulama alanında insanlığın yok edilmesi için kullanılan bu çalışmalar insanın içinde ne denli karmaşık iyi ve kötü taşıdığını kanıtlar niteliktedir. Russel dirlikli bir dünya için gerekli olanların silahsızlanma ve bölgesel sorunların iletişim yoluyla çözüme kavuşmasını söyler. Ötekiye zorbalık her zaman savaş doğurur. Ötekiye güç gösterimi, itaat zemininde buluşma düzlemi her zaman kaos yaratmıştır. İnsanların bölgesel, ulusal doğruları olduğu müddetçe o bölgede olan ötekilerle anarşi temelli ilişkileri her zaman devam edecektir. Günümüz Dünyası her ne kadar gelişmiş olsa da kafa olarak hala ilkelliğini, dürtüselliğıni devam ettirmektedir. Birçok şeye sahip olduğumuzu sandığımız bu evrende insanlık hala insanlıktan nasibini alamamıştır. Devletlerin özgürlük anlayışı nüfus, askeri yapılanma, silahlanmayla paralellik gösteriyor. Ne kadar silahım varsa o kadar özgürüm. Ulusal zeminde devletler her zaman güçlü olma istenci içerisindedir. Bu istenç bilimle birleştiği takdirde ilerleyen zamanlarda insan türüne ne kadar zarar vereceğini yaşayıp göreceğiz. İyi günler dilerim.