Bir gün mutluluk geldi yoluma. Sonra o mutluluk yolum oldu. Günü özlüyorum. Gündüzün gece ile alacakaranlık doğurduğu vakitte gülüşmelerimiz birleşti. Bu; hayal edilmesi mümkün olamayacak kadar harikulade. Nedenlerimizi özlüyorum. Güneşin yerini aya bıraktığı vakitte gözyaşlarımız bedenlerimize aynı anda düşecek kadar acı çektik. Bu; hayal edilmesi mümkün olamayacak kadar mümkün dışı. Karanlıklarımızı özlüyorum. Hayatta var olabilecek tüm ışıkları aynı derecede gördük; karanlıkları, aydınlıkları, loşlukları… Işıklar etrafında, altında anı var ettik. Gördüklerimizi özlüyorum. Yokluğundan bu yana her şeyi aynı rutinde devam ettirmeye çalışıyor; kahvaltıda yumurta yemiyorum, kiminki kırılacak yarışmamız olmadığından. Altmış yedi yaşındayım; on yedimizden beri yaptığımız rutin artık yok, altmış yedimde de yoksun sahi! Kaç yıldır yoksun sevgilim? Yedi mi, yetmiş mi? Senden sonra günler ağırlaştı. Ne çok şikayet ederdik zamanın hızından… bilseydim kendi ömrümden harcardım. Rutinlerimizi özlüyorum. En sevdiğim yemekten vazgeçtim; senmişsin tatlandıran, anlayamadım. Cahil kalırdım, sen kalsaydın. Bilmemelerimizi özlüyorum. Geceler soğuk geçiyor buralarda; gidemiyorum Ege’ye, seninle gidemediğimizden. Dedim ya! Rutinlerimizdeyim. Sıcaklığını özlüyorum. Ektiğimiz çiçeklerden yavrular çıktı. Öyle uzaktasın ki! Görememek üzmüyor mu? Varlığını özledim. Bugün Pazartesi alacakaranlık vaktine girmeden hemen öncede, mektup günündeyiz. Zarf siyah değil, mavi değil, sarı değil. Günler biz değil. Bizi özlüyorum.

 

                                                                                                   -SENA N.K.