Rutubetli odada aşk havası var. Kitabın arasında bir böcek ve şişenin dibini bulmuş bir kadın arasında sessizce işlenen bir aşk. Böcek rutubetli evin sahibi, bıyıkları uzun, kel kafalı ve uzun kollu bir görünmez misafir. Kağıtları, özellikle mürekkeple dolu kitaplıklarda ziyafet çekmeyi seviyor, saçlara ayrı bir hayranlık besliyor. Öğlen sıcağı, yazın ortası, pencereden sinen çocuk çığlıkları, seyyar satıcıların yanık esleri, dünyayı kurtaracak araba kornalarıyla dolu bir günde kader ipliklerini örüyor.
Masa da açık duran Dosytoyevski’nin kitabının sayfalarını tıkanırcasına yiyor. Bir sürü sayfa, tonlarca yazı ve siyah mürekkebin lezzeti; midesi ağrına kadar yiyor, yedikçe yiyor. Karnı ağrıyor ve sırt üstü uzanıyor. Tavanda lekeler, birikmiş suların dalgalı sarımtırak lekelere uzun süre bakıyor. Sanki okyanusta dans eden çizgiler, sert ve pervasızlar. Ev sahibini temizlik yapmadığına şükrediyor. Elinde hiç bez görmedi. Çamlar tozlu, masalarda sigara külleri cirit atıyor. Ev sahibi pasaklı, ev sahibi bir kadın ve üzgün bir kadın. Böceğin umurunda değil. Uzak dursun yeter diyor. Uzak duruyor kadın. Tüm bu düşünceler silsilesinde böcek, sayfaların arasında bir kıl görüyor. Bir sürü ayaklarıyla havayı dövüyor ve kalkıyor. Kılı alıyor ve yiyor. Tatlı severdi. Kılı yiyor ve durmadan yiyor. Bittiğini fark etmiyor bile. Kendi ayaklarını çiğnediğini görünce çığlık atıyor. Oda boş duyan yok. Göz bebekleri büyüyor. Kalbi deli gibi atıyor, üstüne gelen heyecan ve korku karşısında hazırlıksız olmak daha da korkutuyor zavallıcığı.
Yutkunuyor ve ellerine bakıyor. Hayatında yediği en lezzetli kıl midesine iniyor. Bunun farkında olmak tanrıyı bulmak olduğunu biliyor. Böcek tanrısını buluyor. Vücudunu esir alan neşe ve aşk havası gözlerini yaşatıyor. Karanlık çatlaklarda yitirilmiş hayat, yemek ve uyku arasında gezinen korku, hepsi ama hepsi bir anlığına anlamını yitiriyor. Elinde gerçek bir şey var, hayır, midesinde gerçek bir şey var. Kadının kılı; yağlı ve kuru olmayı aynı anda barındıran, duygularla yoğrulmuş tırtıklı yüzeyi, ipeksi dokunuşu şu an midesinde süzülüyor.
Kapı açılıyor, kahkahalar ve bolca ses içeri boca ediliyor. Kadının belinden tutan adam, elinde anahtarlık, uzun mu uzun, saçları sarı, gözleri mavi. Belinden tuttuğu kadın, böceğin aşkı. Aynı ev de yaşayan arkadaşı, aşkı saçlarında bulduğu meleği. Adam kahkaha atıyor ve iri ellerini kadının kısa eteğinde geziniyor, kalçalarını avuçlayıp kırmızı dudaklarına yapışıyor. Böcek nefes alamıyor. Gözleri doluyor, aşkına bakıyor; beline kadar inen sarı saçları bukle bukle, üstünde yeşil kısa bir etek, bacakları tüysüz ve sütun gibi. Kahkaha attığında kocaman dudaklarında gizlenen dişlerinin parıltısı odayı aydınlatan ışığı yarıyor ve adam o dudakları öpüyor.
Böcek nefes alamıyor, küçük gövdesi inip kalkıyor, birkaç dakika önce kendini yenilmez ve kutsanmış hisseden böcek şimdi tanrının gazabı ve kaderin acımasız ağlarıyla idam ediliyor. Sarhoş kadının kılı midesinde, yüreğinde bir sızı. Bakışlarını kaçırıyor. Kadın adamın elini çekiştirip yatak odasına götürüyor. Böcek ağlıyor ve kafasını eğip kendini salı veriyor. Yazılarla dolu kitabın arasında ezilmek istiyor. Böcek, Dostoyevskinin kitabında ölmek istiyor.
Saatler güneşi karartıyor, gece olmuş, çocuklar susmuş, ağustos böcekleri, düşmanları kendisi ile alay eden sesler çıkar olmuş, böcek kulaklarını kapatmaya çalışıyor, nafile.
Yüksek bir ses duyduğunda acısını, aşkla örülmüş acısını rafa kaldırıp sesin olduğu yöne bakıyor; kadın adamın kıyafetlerini yüksek seslerle bir şeyler söylerken fırlatıyor, adam hava da kapıyor. Çırılçıplak herif, şaşkın ve kızgın surat. Tam bir şey söylemek için ağzını açıyor ama kapatıyor sonrasında. Kıyafetlerini giyiyor, kadın odasına hışımla girip kapıyı ardından kapatıyor. Adam kıyafetini giymiş. Bir sigara çıkartıp çakmağı aranıyor. Bulamıyor ve sigarayı ağzından alıp kırıyor. Dış kapıya yürüyüp yüksek sesli bir şey diyerek gözden kayboluyor.
Böcek sevinçli, ne çok duyguyu aynı anda yaşıyor. Aşkı, hüznü ve yalnızlık derken şimdi de umutla bakıyor kadının kapısına. Aşkı orada, teselli edici bir söz bekliyor, gidip kendisini göstermeli mi, yalnız olmadığını fısıldamalı mı? Ona değer verdiğini belli mi etmeli. Sakin ol diyor böcek kendisine, her şeyin zamanı var deyip teselli ediyor kendini. Kadının hıçkırık sesleriyle için içini yese de kendisine sakin ol diyor. Sen böceksin. Ona yavaş yavaş kendini göstermen gerek diyor.
Çok uykusu geliyor. Gece olmuş ve aşkla sulanmış ruhu yorgun. Kitabın yanından, saçı yediği sayfaların yanından hiç ayrılmamış. Aşkla bezeli bir sürü hayalleri olmuş. Yorulmuş haliyle. Uzanıyor tekrar kitabın arasına ve gözlerini deviriyor.
Bir ses uyanmasına neden oluyor. Gözlerini aralıyor ve esneme fırsatı olmadan kocaman bir gözün kendisine baktığını fark ediyor. Kocaman siyah gözler. Etrafına dolanmış sarı saçların enfes kokusu midesini gurulduyor. Kadın kendisine bakıyor. Ağzından soluduğu nefesi baharatlı bira kokuyor. Kadın kendisine bakıyor. Kadın, kendisine bakıyor.
Acaba aşk dolu ruhumu mu gördü, küçük bedenimde kendisine olan duygularımın kokusunu mu aldı diye düşünüyor böcek, kadın geri çekiliyor ve böcek huşu içinde baktığı gözlerin kendisinden uzağa gittiğini fark ediyor, bir korku esir alıyor ruhunu. Sonra yavaş yavaş odayı aydınlatan lambanın ışıkları gölge yapıyor. Mürekkeple kaplı sayfalar hızlıca üstüne geliyor. Böcek son kez aşkla kadına bakarken gözlerinden yaş geliyor. Gülümsüyor ve kitabın arasında sertçe varlığı kapanıyor, aşkını, zamanda gezinen ruhunu teslim ediyor.
Kadın elinde süpürge makinesiyle şarkı söyleyip odayı temizlemeye koyuluyor. Dostoyevski’nin kitabını Kafka’nın Dönüşüm adlı eserin yanına, rafa kaldırıyor.