Yine aynı rüyaydı. Sonsuzluğa karşı dans eden bir adam. Ve bu sefer uyanmamayı seçmiştim. O rüyanın devamını görmemin tek yolu sonsuz uykuya dalmaktı. Başardım. Artık sonsuzluktaydım. Yalnız değildim. Bir anda kulaklığımdan müzik yükselmeye başladı. Bunun herkese olduğunu etrafımdakilere bakınca anladım. Müziğin önüne geçen bir ses “Geçen gece ettiğim dansı hatırlıyor musun?” diye sordu. Bunun rüyalarımla bağlantısı olabileceğini düşündüm ve “Evet!” diye bağırdım. Tek bağıran ben olmadığım için tek bana soru sormadığını anladım. Gerçekten yalnız değildim. Bu, bu sefer mutlu etmemişti. “Kurtulmak istiyorsan...” dedi ve sustu. Bana sen anla demek istiyordu, ne yapacağına sen karar ver. Ellerimi karşımda biri varmış gibi havaya kaldırıp uzun zamandır rüyamda gördüğüm gibi dans etmeye başladım. O gün gittiğimiz yerlere gittim, adımladım ve adımladım. Sonraysa hatırladığım şeyle gülümsedim ve anahtarı almaya kasanın yanına gittim. Anahtarın kilitleri açmayacağını biliyordum. Duvardaki deliğe ters soktum ve çevirdim. Bir anda yere oturmam gerektiğini düşündüm, istedim ve yaptım. Oturduktan beş saniye sonra karşımdaki duvar yavaş yavaş yıkıldı ve anılarımızın hepsi canlanmaya başladı. En güzelinden en kötüsüne. O anda yanımdan bir ses yükseldi. Beni kaldırdı. Oydu. Tam karşımdaydı. Dans ediyordu. Bu sefer onu izlemeyecektim. Ben de ona katıldım. Rahatsız gibi görünmüyordu. Sürekli rüyamda gördüğüm adamla sonsuzlukta buluşmuş dans ediyorduk. Tuhaf gelmemesi tuhaftı. Sorgulamamam tuhaftı. Belki de sorgulamak tanrının bizi ittiği bir tuzaktı. Sorgulamazsak mutluyduk. Mutlu olmayı seçmiştik. Çünkü sonsuz mutsuzluk her şeyin en kötüsüydü. Bu rüya öncekilerden farklıydı. Ne anahtar vardı ne duvar. Sonsuza kadar sonsuzlukta anılarımıza yeni anılar ekleyerek ve tekrar tekrar o anıları izleyerek dans etmeye devam ettik. Hawking haklıydı. Sonsuzluk gerçekten çok uzundu. Özellikle sonlara doğru.