Sıcak bir yaz günün ardından güzel bir günbatımı portesi sunan güneş artık dağların arkasına saklanmış ve karanlığı çekiştiriyordu. Hava artık yavaştan serinlemeye ve hafif hafif esmeye başlayan rüzgar, ağaçlara şarkı söyletmeye ve olduğu yerde dans ettirmeye başlamıştı. Kendi evinin çardağında oturmuş gün batımını izleyen Açelya, kahvesini yudumlayarak ve hafif hafif esen rüzgarın esmesiyle verdiği serinlik ile birlikte bir hayli keyifliydi. İş yorgunluğunu bu şekilde atmak Açelya için en güzel aktivitelerinden biriydi. Bir yandan da ağaçların dansını ve şarkılarını dinlemeyi de ihmal etmiyordu. Bu ona büyük bir rahatlama sağlıyordu. Belli bir süre oturduktan sonra güneş tamamen saklanmıştı. Açelya oturduğu çardaktan kalkarak evine doğru yol almaya başladı.



Açelya’nın evi kuşların orkestrası ile birlikte sessiz, sakin ve huzurlu bir ormanın içindeydi. Evinin üç yüz metre uzağında çardağı ve çardağın otuz metre ötesinde çitlerle örülü dik bir yamaç vardı. Çardağın manzarasına baktığımız zaman karşısında dağlar ve arasında geçen bir nehir, etrafında ise ağaçlar, çardağın yanında ise dalında salıncak asılı olan koca yaşlı bir çınar ağacı vardı. Evine gelecek olursak; evi iki katlı, pencerelerinde rengarenk laleler, bir balkon ve bir terası bulunan iki salonlu ve dört odalı bir evdi. Biraz daha evin içini anlatacak olursak; bir salonunu oturmak için diğer salonu ise kütüphane olarak kullanırdı. Dört odalarından birini yatak odası, bir odasını çalışma odası ve diğer iki odası da misafir odası olarak kullanırdı.



Açelya evine vardığında penceresindeki çiçeklerine sevgi buselerini dağıttıktan sonra işlemeli tahta kapıdan içeri girdi. Karşısında salon, sağında mutfak, solunda ise iki oda bulunuyordu. Açelya ayakkabısını çıkarıp kapının solunda bulunan ayakkabılığa bıraktı. Ayakkabılığın yanında aynalı tezgah ve tezgahın üstünde bulunan anahtar askılığı vardı. Anahtar askılığında araba anahtarı, evin yedek anahtarı ve bodrum katı anahtarı vardı. Açelya aynadan kendisine bakarak kendi güzelliğine buse sevgileriyle birlikte latif kelimeler ederek kendini şımartıyordu. Açelya her insanın görüp görebileceği en güzel kızdı ve hiç kimse aksini iddia edemezdi. Gayet formunda, uzun boylu, ceylan gözlü, şarap rengi dudakları, gülümsediğinde ortaya çıkan ince zarif beyaz incileri, güzelliğine güzellik katan gamzeleri, uzun ipeksi saçları…



Açelya aynada kendine latif kelimelerini etmeyi bitirdikten sonra mutfağa doğru yol aldı. Mutfağa girdiğinde solunda buz dolabı, sağında mutfak tezgahı ve üstünde mutfak dolapları, karşısında yemek masası ve onun önünde boy cam pencere vardı. Yemek masasının solunda balkona açılan bir kapı, sağında ise kiler vardı.



Açelya tezgaha yaklaştı ve eline bir bez alarak bir güzel tezgahın üzerindeki tozları aldı. Sonra buz dolabına giderek kendine yiyecek bir şeyler hazırlamak için birkaç malzeme alarak tezgaha geri döndü. Tezgahın üzerine salata yapmak için; domates, biber, maydanoz, havuç, kırmızı lahana, marul; sebzelikten soğan alarak malzemelerinin bir kısmını bir güzel yıkayarak tezgaha koydu. Dolaplardan birini açıp içinden makarna yapmak için bir tencere; bazı sebzeleri rendelemek için bir rende alarak dolabı kapattı. Dolaptan çıkardığı tencereye su doldurup ocağın üstüne koydu. O sırada makarnayı çıkarıp tezgahın üstüne koyarak saltayı hazırlamaya koyuldu. On beş dakika sonra su kaynamaya başlamıştı ve salata hazırlamayı bitirdikten sonra makarnaları eline alarak kaynar suya boşalttı. Makarna pişerken yemek masasını hazırlayan Açelya, bir tabak, çatal ve kaşık yerleştirerek hazırladığı salatayı masanın üzerine koydu. Masanın üzerindeki çiçeğine güzel nahif bir buse kondurduktan sonra kaynar suyun içinde pişen makarnayı almak için ocağa gitti. Pişen makarnanın suyunu süzmek için dolaptan süzgeç aldı. Bir güzel suyunu süzdükten sonra dolaptan çıkardığı salçadan bir kaşık alarak makarnaya katıp bir güzel karıştırdı. Yemek masasına dönerek yaptığı makarnayı tabağına koydu ve salatayla birlikte huzur içinde yemeğini yemeye başladı.



Yemeğini bitirdikten sonra masayı ve tezgahı bir güzel toparlayıp bulaşıkları yıkadıktan sonra güzel bir Türk kahvesi yaparak kitap okumak için kütüphanesine doğru gitti. Kütüphanenin içerisinde girdiğinde karşısında boy cam pencere, pencerenin önünde okumak için bir masa, sağında da kitap rafları ve küçük bir merdiven, solunda ise bir şömine ve şöminenin önünde okuma masası ve bu masanın üstünde küçük bir plak vardı. Açelya eline bir kitap alarak cam kenarına oturdu. Kahvesinden yudum alarak kitap sayfalarını çevirmeye devam etti.



Zamanın nasıl hızlı geçtiğini anlayamayan Açelya saatine bakarak saatin on ikiye gelmek üzere olduğunu gördüğünde şaşkınlık ve üzüntü içerisinde kitabında kaldığı yere kitap ayracı koyarak kitabı masanın üzerine koydu ve kahve bardağını yıkayarak doğruca yatak odasına gitti. Üzerini değiştirip altına short üzerine askılı crop giyerek yatağına girdi ve yarının hayalini kurmaya başlayarak uykuya daldı.



Açelya rüyasında kendini çiçekli ve aydınlık bir orman yolunda bulmuştu. İlk önce nerede olduğunu anlam veremedi ve bir süre olduğu yerde durdu. Etrafına baktığında ne bir insan ne bir hayvan vardı. Gördüğü tek şey sonsuzluğa giden çiçekli ve ağaçlı bir yoldu. Endişeli ve tedirgin olan Açelya kararsız bir biçimde yolu takip etmeye başladı. Yaklaşık iki saatlik bir yürüyüşün ardından kendini bir kapının önünde bulmuştu. Kapı çiçeklerle süslü bir tahta kapıydı. Açelya tedirginlik ve kararsızlık bir biçimde kapıyı yavaş bir şekilde açtı ve karşısında adeta cennetten misal olmuş bir bahçe gördü. Açelya tekrar bir şaşkınlık geçirdi çünkü geldiği bahçe, hayatında gördüğü tüm bahçelerden farklıydı. Etrafına baktığında ağaçlar ve yol kenarında rengarenk çiçekler; önünden geçen bir nehir ve üstünde taktire şayan bir işlemelere sahip tahta köprü ve tahta köprünün önünde ise küçük beyaz bir kulübe ardı. Açelya adeta büyülenmişti. Ama Açelya’nın içinde hala büyük bir tedirginlik ve endişesi vardı. Açelya, belki birilerini bulurum umuduyla etrafa bakmaya karar verdi.



Açelya köprüyü geçtikten sonra kulübeye vardı. Kulübenin etrafına baktı ama kimseyi göremedi. Kapının önüne gelerek kapıya vuracağı sırada birden kapı gıcırdayarak açıldı. Sesten ürken Açelya, korkudan hafif çığlık atarak birden geriye sıçradı. Bir süre tereddüt ettikten sonra kapıdan içeriye girdiği sırada birden ani yüksek bir sesle uyandı.



Uyandığında nefes nefeseydi ve terlemişti. Dışarıda gök gürültülü şiddetli bir fırtına başlamış ve hava hala karanlıktı. Açelya, yatağının solunda bulunan komodinin üstünde bulunan telefonunu eline alarak saate baktığında saat ikiyi gösteriyordu. Komodinin üstünde bulunan sudan bir bardak içti ve yatağına uzandı; ama dışarıdaki gök gürültüsünden dolayı bir türlü uyuyamıyordu ve zaten uykusu da kaçmıştı. Yatağından doğruldu ve üzerine bir şey alarak mutfağa indi.



Mutfağa vardığında eline cezveyi alarak kendine kahve hazırlamaya koyuldu; ama kahveyi hazırlarken gördüğü rüya hala aklından çıkmıyordu. Açelya, gördüğü rüyaya bir türlü anlam verememişti ve özellikle o kulübeyi çok merak ediyordu. Çünkü kulübenin içini göremeden uyanmıştı. Kim bilir acaba kulübenin içinde ne vardı? Açelya kahvesini hazırladıktan sonra kahveyi eline alarak kitap okumak için kütüphanesine doğru gitmeye başladı.