Gözlerimi açtım, Memetcan’la bir sıkıturun üzerinde gidiyoruz. O sürüyor, ben arkasındayım. Yolda aniden bir araç, ki bayağı bir araç bu, kamyon hani, ezkaza önümüze kırıyor. Kamyonu solluyoruz. Derken karşı şeritten gelen otomobille çarpışacak oluyoruz, Tanrı koruyor. Bu bir anda kargaşaya dönen ortamda ben tabii korkuyorum, Memetcan öküz gibi sürüyor sıkıturu. Dur, çek kenara gibisinden sözler savuruyorum ama nafile, duymuyor bile.

Öyle bir yoldayız ki sanki lunaparkta çarpışan arabalara binmişiz ama bizimki araba değil. Herkes birbiri üzerine sürüyor, kimsenin kazadan beladan korkusu yok. Biz yine aralardan sıyrılıyor, araçları solluyor, son saniye atakları ile hayatta kalıyorken tam hepsinden kurtulduk diye seviniyordum ki bu sefer de önümüze bir uçurum çıktı ve aşağı uçtuk.

Gözlerim bir an kapandı ama düşündüm: bu bir rüya olmalıydı, evet bu bir rüya. Hemen geri sarıp düşüşten önce sıkıturdan atladım, o ara Memet sikimde değil, olsa onu da kurtarırdım herhalde.

Yanlış hatırlamıyorsam rüya bu sonuçta, sıkuturdan atladıktan sonra yemek yemeye gittim. Karnım acıkmış olmalı, ne yediğimi hatırlamıyorum. Lokantada yoksa kafe veya düz bir yemekhane mi, orasını da hatırlayamıyorum ama sonuncu seçenek daha yakın gibi, Sefa ile karşılaştım. Ufak bir muhabbet, birkaç market ve piyasa yorumu ile yatırım tavsiyesi ardından oradan ayrıldım.

Karnımı doyurduktan sonra kendime gelmiş olmalıyım ki Memetcan aklıma geldi. Evet, Memetcan’ı kurtarmalıydım ama nasıl? Rüyayı tekrar geri sarmam gerekiyordu fakat ilk başta bunu nasıl yaptığımı hatırlamıyordum, hatırlayamıyordum. Bilirsiniz, rüya dendi mi en büyük problematik; o rüyayı hatırlamaktır.

Uzun bir süre düşündükten sonra farkına vardım ki bir saniyeliğine de olsa gerçek dünya ile bağlantı kurup rüyayı geri sarmamı sağlayan şey yüksek adrenalin, korku veya bu türden bir hormonal yahut psikolojik durumdu. Düpedüz uçurumdan aşağı uçuyordum daha ne olsun yani dimi?

O vakit şunu anladım ki rüyayı geriye sarıp Memetcan’ı kurtarabilmem için yine ya uçurumdan aşağı atlamalı ya da buna benzer, eş değer şiddette bir olayla karşı karşıya kalmalıydım. Uçurum geride kalmıştı, oraya kadar gidemezdim tekrar. Yürüdüm. Yolda illâki karşıma bir şey, tehlikeli bir şey çıkar diye düşündüm.

Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, şaka şaka bildiğin asfalt bir yol, olsa ki bura bir metropol, İstanbul mu yahu bura? Aman neyse ne, az daha ilerledim. Baktım ki karşıda bir köprü. Bu Boğaziçi Köprüsü olabilir ama rüya işte, köprü dikine duruyor. Köprüden geçen araçlar ya gökyüzünde bembeyaz ve ufuklarında pespembeleşmiş bulutlar arasında kayboluyor ya da Boğaz’ın derin suları arasına karışıyorlardı. Köprüyü geçtim. İleride bir köprü daha vardı. Bu da Sultan Fatih Köprüsü olsa gerekti. Köprülerden gına geldiği için kendimi bir anda otoyolun ortasına attım. Yoldan geçen bir araç bana çarptığı gibi dünyamı kararttı, gözlerim kapandı.

Karanlıkta rüyayı geri sarabildim ve kendimi bir anda sıkıturun arkasında, Memet’in belinden can havliyle tutunmuş vaziyette buldum. O sırada önümüze kıran kamyonu solluyordu. Solladı da. Karmaşanın içinden çıkıp tam uçurumun kenarına geldiğimiz vakit Memetcan’ı sıkıca kavrayıp sıkıturun üzerinden attım.

Şimdi sıkuturu ben sürüyordum ve uçurumdan aşağı uçmaktan başka şansım yoktu. Gözlerimi kapadım. Uçtum. Ama o da ne? Harbiden uçuyorum! Bildiğin kuş gibi uçuyorum! Havada sürüyorum sıkıturu. Memet arkamdan bakıyor, aval aval bakıyor. Ben de az aval değilim hani, şaşkın ve bir o kadar heyecanlı ve mutlu. Şaşkınlığım, bir rüyanın içinde olduğumu hatırladığım vakit biraz duralıyor.

Gökyüzünde iki tur attıktan sonra dönüp Memetcan’ın yanına geliyorum. ‘‘Abi ver, bir de ben süreyim, çok zevkli görünüyor.’’ diyor. Veriyorum. Aldığı gibi sıkıturu uçurumdan aşağı sürüyor. Uçamıyor garibim, peşinden atlıyorum. Gözlerim kararmıyor bu sefer, aha sıçtık, bu rüya değil herhalde diyorum.

Düşerken uçurumdan aşağı, yolda Memetcan’ı görüyorum. Hala sıkıturda. İki elimi yanaklarıma siper ederek bağırıyorum: “Bıraksana lan sıkıturu, çok hızlı düşüyorsun!” Beni duymuyor kerkenez. Kulaç atmaya başlıyorum, evet, havaya kulaç atıyorum ve gittikçe hızlanıyorum. Çok yaklaşmışım, uzatsam elimi ensesinden tutacağım fakat başaramıyorum, kıl payı kaçıyor her defasında elimden.

Arkasından bağırıyorum, bağırıyorum, duymuyor. Duysa ve uzatsa elini tutacağım ama yok. Yerle karşılaşmamıza çok az kalmış. Pes ediyorum artık ben de. Memetcan yere çakılıyor ve paramparça oluyor. Kolu bir köşede, bacakları öte. Gözleri asfaltın üzerinde yuvarlanıyor. Yere çarpışıyla parçalanışı bir oluyor zaten. Vücudundan fışkıran kanlar benim üzerime sıçrıyor. Bana başka bir şey olmuyor. Ben bildiğin basamaktan atlar gibi iniyorum yere. Rüya benim rüyam sonuçta. Uyanıyorum…