Halbuki o gün hiç esmemişti rüzgar.

Nefsin hükmünün geçmediği kadar,

hava sıcaktı.


Asker, -bir kasaba çocuğu;

Büyütmüştü babası - aklı yarım.

Gassalın çömeziydi,

Gördü ilk yıkarken

musalla taşına yatırmadan

Soğuk ölümü

Ve düşünmek dahi istemedi

Dilsiz beyaz o yüzü.


Nedir nedir,

Özgür irade mi var dedi biri?


O zaman demeli,

O asker ki,

Tam ortasındaydı savaşın ve

Esiriydi öğretilmiş çaresizliğin.


O asker ki,

“Evet” lerin karşısında duran

“Hayır” ları seçemezdi

Ve sebebiydi ölümün.


Özgür ya da değil bilinmez,

Sanki onun için sabırdı iradenin manası,

O sabır ki,

Savaş meydanlarında

Hayatta kalmanın anahtarıydı,

inatçı tabiatı.


Ölü yıkamak ne kadar can sıkıcıysa,

Nişan almak da öyleydi,

Ürkmemeliydi hedef,

El tetikte,

Nefes tutulmalı, 

Kımıldamamalı.

Sabır burada gerekti

Ve fakat şu rüzgar, 

Şimdi mi raks etmeliydi,

Üstelik tam da

mermi yolunda?!


Bilmezdi,

O rüzgar ki,

İnsanlığın eski dostu ve düşmanı.

Tanrısı bile var: 

Poseidon'un oğlu Aeolus.

Kafası karışık olsa da,

Yelkenleri doldurur,

Döndürür değirmeni, 

öğütür tohumu, kaderin hasatında.

Kızdı mı insanlığa,

katar önüne her şeyi,

Kimi der fırtına,

Kimi kasırga,

Dönüştürür benliği, 

Düşündürür yeniden doğmak için

yapılacak işleri.


Şimdi tersine esiyor sanki,

Yeniden mermi yolunda.


Asker,

alnında biriken ter düşmüşken gözüne, 

kırptı belki ama kımıldamadı asla, 

Budur işte sabrın marifeti.


Sonuncusuymuş gibi

almışken nefesini,

Saymaya başladı içinden:

Bir ve iki ve üç ve...


Rüzgar dinmek bilmedi!

Düşündü ustanın kendine dediğini,

“Rüzgarın üstüne gitmeli,

yoksa kaçırırsın hedefi."


Ve fakat,

Mavzere sarılı ipler karışmışken biribirine,

Rüzgarın yönünü nasıl görmeli?

Asker bilirdi,

Bir rüzgar gülü olsaydı, 

açılırdı mermi yolu ölümün.


Bronzdan olanı mesela, 

Cami şadırvanının tepesindeydi, 

Eğlencesiydi çocukluğunun, 

“Rüzgar çıksa keşke

Ve esse delice,

estiğinde dönsek hep birlikte!"


Aeolus'un fırtınayı başlarına bela ettiği gün,

Girmek istememişti gasilhaneye.

Babası musalla taşında,

Yıkanmış pirüpak,

Dilsiz.

İmam “er kişi niyetine” der demez, 

Koca bir gürültü!


Şadırvanın çatısı cemaate, 

Rüzgar gülü imamın kafasına...


İmam mı rüzgar gülü,

Rüzgar gülü mü imam?


Yönünü bulamadı sonra hiç,

Suçu üzerine attığımız hayat

Acımasızdı ona.


Ve fakat,

O rüzgar gülü ki

O gün babasının cenazesinde,

acınası şekilde güldüren,

şimdi savaş alanında olsa sevinirdi doğrusu

ve hatta

dönerdi onunla birlikte!


Hedefle bir olmuş namlunun ucu,

Rüzgar da artık uysal gibi, 

menzilde.

Bir ve iki ve... üç!


Rüzgarla dövüşerek giderken mermi, 

söylenecek şey odur ki

Buluruz her zaman günahlarımız için 

ilahi bir faili!


Mesela,

İhanete uğradığı yetmez,

Bir de 

İnsanlığın hesabını vermek için

Çarmıha gerilir mesih.


Ve dahi

Erdemin peşi sıra giderken

Baldıranı içer kana kana

Sokrat efendi.


Erdemdir kahramanlık, 

Vatan ya da onur, 

namus ya da şeref için.


Erdemdir katil olmak

kahramanlık için.


Oysa, 

İlle de hakikat diyorsan erdeme,

Hakiki erdem, ölümdür derim.


Öyle ya,

Mermi bulmuşsa hedefi,

nedir sözün kıymeti?