Kırık bir cam parçasının güneşe bakan yüzünde kırgınlığın ve kızgınlığın yansımasıyım bugün. Neden ve nasıl sorusunun ağırlığı üzerime kefen gibi çökmüş. Zaman dalgaları kıyılarıma vurdukça bunca yıldır tanıdığım -yahut tanıdığımı zannettiğim- insanların menfaat gemilerine binip yoksul bir rüzgarın nefesiyle sınırlarımdan çıkışını seyrediyorum. Farkındayım aslında, hiçbir şeyin farkının kalmadığının. 


Kalbim o kadar uzun süredir kırılan parçalarını topluyor ki henüz bir bütün haline gelmiş değil hâlâ. Bir uçurtmanın kuyruğunda kalan son umudum gökyüzünü en güzel yerinden seyrediyor bu sıralar. Ancak her an yağmur yağabilir, o yüzden korkularımın ipini çok da bırakamıyorum. “Ne zamandır yalnız kaldığımı, içime kapanıp gözlerimin karanlıklarda yırtıldığını da kim bilecek ki?” diye kendime sormayı dert edindim. Bu yüzden ameliyata başlamadan önce son kez dönüp bakmam lazım zincirlerini kırdığım aynadan dünyaya. Belki de her şeyden önce, beton duvarları çatlatıp boşlukların arasından hayali bir yaşam özlemiyle filizlenen duygularımı kontrol etmem lazım. 


Bu bir oyun değil, bir gösteri değil, bir iç çekiş hiç değil: Ruhumun esaslı bir seslenişi. Kıyametin koptuğu sayfalarda dans eden bir balerinin dargın ve derin sulara kapılarak kaybolan çiçeklerini narin bir öpücükle bulmaya çalıştığı yer burası. Kafa karışıklığına sebep olduysam affet beni, daha sade bir tabirle bahsedeyim: İki dağın arasına kurulmuş fakat yıpranmış bir köprüden günaşırı günahlarımla elimden tutup geçirilmeye ihtiyacım var. Avuçlarımda bağdaş kurmuş dünlerin yükünü kum tanelerinin bohçasına yükleyip el salladığım mutlu günlere ulaşmaya ihtiyacım var. Bir nisan akşamında, karanlık bir bahçede, bir elma ağacının altında kadim sırların misafir olduğu, birbirine kavuşmuş yüreklerin sıcaklığıyla göğüs kafeslerini mermilerin deldiği, aşkla bakan gözlerin tutuşturduğu şarkıların yangınlarında kaybolmanın verdiği bir bekleyişe ihtiyacım var. 


“Peki niçin bunca çaba, bunca keder, bunca hüzün? Dikenleri boğazıma batan bu yalnızlık niye? Kalbimi açmaktan neden bu kadar korkuyorum?”


Güvenini bir mektubun son satırına sardıktan sonra buruşturup içine attığın sevgisizliğin ur gibi yuva yapmış o ızdıraplı kuyusuna sinirlenip de tüm insanlığa küsmenin ne demek olduğunu anlatıyorum sana. Yarım kalan hayallerin tufanına kapılmış, bir iş çıkışı duraklarda otobüs bekleyen kalabalıklara kaşlarını çatmış, ruhu kendini anlatmaktan yorulmuş bir yusufçuğun kanatlarına sıkışmış olmanın ne demek olduğunu anlatıyorum. Zannediyorum ki bunları bilmek istemezsin. Çünkü bu, dayanılacak bir yük değil. Ancak uzaktan da olsa görmeni isterim aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığının. Elimden tutmanı isterim sıkıca. Tarafsızlığını yitirdiğin anda, kalbini uzaklara, çok uzaklara bırakmanı, yalnızca muhabbetin o narin korkusuyla arayıp bulmanı isterim. Bunca şeyin üstüne adımlarını sağlam atabilmek, zilzurna sarhoş olmuş geçmişin düz bir çizgide ilerlemesi gibi imkansız. O yüzden dudaklarımdan sızan birkaç kelimenin feryadıyla yitirdiğim dualarımda bağışlanmanı dilerim.


Cevap beklemek hasretine dayanamaz hassas bedenim. Küfre karışmasından çekinir en çok, atlattığım badirelerin ötesinde. Yarım kaldığım yerden başlasam bugün, diğer yarımın hayaline doğan yükselişinde bükülür dizlerim. Hak, hukuk, adalet bilmez bu çağın koridorlarında aldığım her nefese bir ambargo koyar özlemin. Birkaç tutunacak dal arar ellerim, saçlarını okşarken tutuşmuş harenin rüzgarında. Hayıflanmalarım da yok olur, hatırlanmalarım da. Ne olur yanına kıvrılabileceğim kadar bir boşluk aç bana.


“Ölüm bu kadar sancılı, gökyüzü bu kadar keskinken, bir pencere dibine sinmiş bu ıssız yaşamı gözleyen kalbim, kırılmasından neden bu kadar korkuyor?”


Hatırlamam gerekli bu saatten sonra, yıllar önce kızgın bir hançerin dağladığı yüreğimin sargılarını açarken. Yavaş yavaş kapandığını görüyorum ziyanımın, en onulmaz zannettiğim boşluklarınsa katılaşıp demir gibi sertleştiğini. Hatırlamam gerekli, kaybolduğum sokakları santim santim ezberlemiş dönerken geri. Şehirler samimiyetsizliğin kuduz köpeklerine müptela olmuş, acılar karaborsaya düşmüş, satırlar kanla dolmuş. Hatırlamam gerekli son yaz yağmurlarının bitmesine ramak kala. Benliğimi kaybederken, sabahın ilk ışıklarında sönmeye yüz tutmuş sokak lambalarının ışığı felç eder yorgun ve uykusuz gözleri. Hatırlamalıyım ve unutmamalıyım kendimi. 


“Yaşam öldü, ölüm yaşadı. Unutulanlar hatıralara, hatıralar unutulanlara karıştı. Felaket de tükendi saadet de. Ancak yıllar süren bir ameliyatın sonunda bu yorgun kalp yeniden atmaya başladı.”