Bütün sırları yolunu bilmediği tepenin ardında gizli.

Canhıraş o tepe.

Yolu çetrefilli, yolu pürüzlü, yolu yedi başlılarla dolu.


Tepenin ardında esen rüzgar,

Şakaklarına indirdi darbeyi.

Soğuk bir his, soğuk canhıraş tepe.

O tepeye giden yolu hatmetmek değildi gayesi.


Tepe, canhıraş.

Kafasının içi mütehassıs.

Sıska, eksik bir beden, olası bütünlük.

Tanrı'dan mükevvenat tepe.


Bir amaç için eksiksiz zanaat.

Mahzun rüzgarlar kendilerinden ödün verdiler.

İhtiva ettikleri yavru rüzgarları için acı bir son.

Ah, o peyderpey yok olan canhıraş tepe.


O tepeye giden yol oldukça meşum.

Cesurluğun sirayeti ile yoldaş olmak istediler.

Bir adımdan sonra irkildiler, hakir görüldü canhıraş tepe.


Anlamıştı meşrepleri, böyle olmalıydı.

O meşrepten ayrıydı, o aynalardan farklıydı.

Canhıraş tepe'ye rüzgarın yavrularına tek başına gidecekti.

Şimdi ise gelmez yola giden hevesleri kaçıncı baharında.


Dünya, diğergamlıktan yoksun.

Eli yüzü silik yaratıklar.

Ruhları yosun bağlamış.

Fayda etmez canhıraş tepe.


İnsan olmayı yitirmemek için haletiruhiyesi telaşlı.

Acemi kaygılı adımları.

Tepesi seraptanda ötesinde.

Ah, o rüzgarın yavruları.


Sonsuzluğa doğru düşerken çıkardığı hırıltı gibi.

Ruhlar vardı, ruhtan öteye.

Öteden gelen bir ses.

Sestende öteye.


Aslında bütün bunlar olmadı, zaten olacaklardı. Biraz zamana ihtiyaçları vardı.