Yağmurlar açıyor gökyüzümde.
Bardaktan boşanırcasına güneşler yağıyor şehrime.
Aydınlanıyor geceler.
Kararıyor gündüzler.
İçimde her şey bu kadar karışık işte.
İşkenceye alışan bir mahkumun,
Rahat bir gün geçirdiğinde yüzünün aldığı şaşkınlık maskesini taktım yüzüme.
Tanınmıyorum.
Hevesle alınan bir saat misal,
Çabucak soğuyup atılıyorum çekmeceye.
Artık doğruyu söylesem ya da göstersem ne göstermesem ne?
Bir yol var önümde, ben oldum olası yaya.
Üstelik yol topraklı.
Yoldan geçenler, o kadar toz kaldırdı, o kadar bulandım ki toza.
Fark edilmiyorum.
Pencerenin önüne geçip saatlerce durabilirim, öylece.
Ya da parkta oynayan bir çocuğu saatlerce izleyebilirim.
Nasıl hissediyorum biliyor musun?
Böyle kocaman bir park bu dünya.
Oturmuşum salıncağa.
Rüzgarın esmesini bekliyorum.
Arkadan itecek kimse yok.
Kendimi itecek gücüm hiç yok.
Kaldırıyorum kafamı bir ağaca takılıyor gözüm.
Ağaçta bir uçurtma.
Düştüğüne göre rüzgar olmadığı için diye düşünüyorum.
Kalkıyorum salıncaktan.
Hemen başka biri kapıyor yerimi.
Üstelik arkasında var biri.
Daha hızlı diye bağırışlarını duyuyorum sonra.
Rüzgar diyorum, keşke arkamda olsaydın.
Rüzgarını kaybeden çocuk.
Yine yenildin küçücük bir parka...