Bir yaz gecesi;
sessizliğinin gürültüsü var içimde. Zihnim Samanyolu gibi. İçimi çekirge sesleri ürpertiyor. Sanki bütün yükü sadece göz kapaklarım taşıyormuşçasına bencil davranırken kulaklığımı takmaya hazırlanıyorum. Göz kapaklarımı gecenin akışına teslim ediyorum. Etrafın sesini kısıyorum, kalbimin atışını duyuyorum sadece.
Kalbim, dökülüyor gecenin zehrine.
Ruhum ise ceylan gibi titriyor.
Neden bana bu can kırılmasını bıraktınız?
Neden tek doğrum, yanlışım oldu?
Ben içimi kendimle savaşarak açmışken neden bu yenilgi, hazin sondu?
Belki de benimsediğim hayat, ben olmama karşıydı.
Belki de bu yaşadığım her neyse benliğimi bulmam için bir araçtı, tabuları yıkarak yeni beni inşa etme nedenimdi.
İşte bu düşünceler yağmuruyla beraber içim geçiyor.
Sonrasında kuşların ötüşüyle ayılıyorum. Saat 05.00 olmuş. Günün hem en soğuk hem de en yalnız saati. Balkona çıkıyorum, etraflıca her yeri seyrediyorum. Güneş yüzünü göstermeye çalışıyor ve bu bana biraz olsun huzur veriyor. Artık kendimi rüyalarıma teslim etmeye hazır olduğumu anlıyorum. Peki, rüyalarım beni can kırılmamdan uzaklaştırabilir mi?