ahsen bana bi' defter aldı. sanıyorum ki abanmasın kasıklarıma diye cebimde taşıdığım bazı düşünceler. tıpkı ahsen gibi babam da bize bi' şeyler alır. ama defter almaz hiç, kitap hiç. poşet poşet mutsuzluk getirir, pazar kahvaltıları alır bize. ben hiç sevmem. ahsen defter alıyor, onu seviyorum. geçenlerde tüneldeyiz, şişhane. ahsen, dedim, geceleri saat onu geçince, bilemedin on bir. aklıma bana aldığın defter geliyor ama başka bir şey daha var. geceleri saat on, bilemedin on bir. ben rahlelerden güç alıp ya da ne güç alması, rahlelerden kendimi koparıp karaköy'e koşuyorum. şehrin ağzı ayrı bi' bozuk oluyor o vakitlerde. biliyorsun sen, ağzı bozuk dediğim bana ismimle seslenilmesi; bana tekmeler, tokatlar, yumruklar, siren sesleri, elleri belinde bekleyen numara otuz üç, neydi adı, unuttum. biliyorsun sen işte ahsen, ben öylece koşuyorum elimde senin defter, ama nasıl koşmak, sallaya sallaya defteri. geliyorum, duvarlara siniyorum. bakıyorum ellerim kirlenmiş. ahsen, acaba, diyorum, o çok kibar konuşuyor, benim biraz ağzım bozuk, ondan mıdır acaba ellerimin bu hali? ahsen sen şimdi bana bu defteri aldın ama benim de kuvvetli ezberim, gerçi yine de hafız edilemedim. neyse. ben son zamanlarda senin bana aldığın bu defter dışında geceleri saat on, bilemedin on birden sonra, camdan izlediğim ağaçlar uyuduktan sonra, bu ev uyuduktan, herkes uyuduktan sonra. itiraf etmeliyim ki biraz daha ilerledikçe saat, daha çekici geliyor merdiven altına süpürülmesi gereken her şey. bu yaptığım şey, resmen ve fiilen mahalleye ters. racona ters. kanlı vatkalara ters, terli yakalara ters. şimdi gelseler, beni sağlam benzetseler ahsen, hani deseler ki ulan sen elin kızına, nişanlısına, utanmıyor musun? yerde açsam gözümü. haklılar. yine de ahsen, ben bi' süredir geceleri ondan sonra tüm davetlere icabetsizim. sence o, kapımı çalar mı, dersin?