sabah yedi otobüsünde herkes çok sessiz, sanki bu şehirden değil gibiler. kimse gün içinde önemli bir karar alacakmış gibi görünmüyor. ben bu insanları herhangi bir fabrikadaki, herhangi bir üretim bandının, herhangi bir vidasına benzetiyorum. günlük üretime dahiller; kabul, bir katkıları var mı; var, ama yerlerine herhangi bir başka vidayı da koysak, fabrikanın geleceğinde herhangi bir şey değişmeyecek. sonra telefonun ön kamerasından kendime bakıyorum; ben de baya pas tutmuşum. ben de şu an herhangi bir vidayım sanki. bir gece önce çok içmiş, evin yolunu bulamamış ve sokakta yatmış bir vidayım. dönüşen her şeyden artık nefret ediyorum, ilk iki sırada dünya ve ben varım. alt başlıklarına değinirsek; yeni dünyada çok ulaşılabilir olmaktan nefret ediyorum, kendimden de ruhuma artık ulaşamadığım için nefret ediyorum. nefret etmek bir hobiye dönüştü benim için. çünkü artık başka bir duyguyla hiçbir şeyi anlamlı kılamıyorum. bu da karanlıkla açıklanabilecek bir ruh halidir. ışık yoksunluğundan bahsetmiyorum, etraf aydınlık iken bile hissedilen o zifiri histen bahsediyorum.

sonra otobüsten iniyorum; çamurlu bir sokağın birinci köşesinden dönünce, karşıma çıkan ilk tabela; alzheimer gündüz bakımevi..

her şeyi unuttum ama en çok bana neyin iyi geldiğini... artık devasa bir mamut gibiyim, neslim tükendi tükenecek. artık dünya buz mu keser, dünyaya bir meteor mu çarpar o kısmı ben bilemem...