Ağır ama kararlı adımlarla mutfağa ulaştım. Dizlerimi bükerek, mutfağın soğuk zeminin üzerine bacaklarımı iki yana açarak oturdum.

Demliğe az önce koyduğum su henüz kaynamamıştı, annem duysa sabahın dördünde neden çay demlediğimi sorardı. Belki, derdim. Belki çay demlemek hararetimi alır.


Gözlerim bir ara, kuşların arkasında delicesine kanat çırptığı camı buldu. Kalkıp camı açayım, mutfağa hava girsin, benim içime biraz hava dolsun istedim. Küçücük kuşlar kanat çırpıp koca denizleri aştı, ben onların iki katı bedenimle kalkıp camı dahi açamadım. Bir de yetmezmiş gibi, zaten manzaram güzel değil, diye avuttum kendimi. İçimin manzarası dışarıya kıyasla daha iyiydi. Kalbimde bir portakal çiçeği, mevsimi gelse de büyütsem diye bekliyordum. Mutfak zemininde.


Çayın kaynama sesini duydum, oturduğum fırının önünden kalktım.


Kapım çalmadı, sen gelmedin kahvaltıya. Eğer öyle olsaydı, eminim sabahın beşleri, kötü manzaram ve soğuk mutfak zemini bile anlam kazanırdı.