Sabahları dünya yansın. Sabahları bazı insanlara göre değil. Sabahları bize göre değil. Dönen şey dünya değil, başka türlüsünü henüz yaşamadığımız bir mecburiyet tekrar ediyor sadece.


Sabahları annemi özlerim. Çocukluğun erken kalkılan günlerini özlemem. “Bugün cumartesi mi anne?” Biri seni uyandırıyorsa o gün nasıl cumartesi olur yavrucuğum? Uzanıp kendi başımı okşuyorum.


Sabahları soğuk olur. Güneş ortaya henüz çıkmıştır, mesaisinin başındadır. Olmadığı zamanlar hava, su, toprak hızla soğur. Geri geldiğindeyse ağırdan alır, yavaş yavaş işe koyulur. Genel akışa göre geceyi gündüz takip eder. Bu düzen kendini o kadar çok tekrarlamıştır ki, diğer ihtimaller ihtimal dışıdır. Dünya yuvarlaktır ve üstüne üstlük dönmektedir. Sabah olması bundandır. Coğrafya kaderdir, kaderimiz acıdır. Bizde kader kelime oyunlarını çok sever, keder olur. Kederin rutini öyle kesindir ki aksini düşünemeyiz. Aksi gidebilecek ne varsa gitmiştir, gidiyordur, gidecektir.


Sabahları üşürüm ve kederli olurum. “Bugün cumartesi mi anne?” Mavi bir alacakaranlıkta karla kaplı bir parkı boylamasına geçip koşar adım dolmuş durağına yürüyorsan, yanı başındaki beyaz kümelerin üzerine atlayıp debelenmiyorsan, şekilsiz kardan adamlar yapmıyorsan o gün nasıl cumartesi olur yavrucuğum? Düşmeyeyim diye elimi daha sıkı tutuyorum.


Sabahları hayata hazırlanırız. Ben hayata hazırlanmayı sevmem. Hayata hazırlanılmazmış, hayat yaşanırmış. Öğrendiğim bu kadar. Bunca sıkı eğitimin, ezberin, eziyetin sonucu buymuş. Bunu anlamak bile pekiyiyi hak etmiyor mu? Dersimi almadım mı? Yine mi geçemedik sınavı hocam?


Bu dünya yuvarlaktır, tek kesinlik budur. Şimdilik… Başka bir kesinlik olabileceğini görecek kadar uzun yaşamayız. Sabahları buz gibi olan yeryüzünde bize ait, tanımlı, belirli kısacık zamanlar geçiririz. Doldurup gideriz. Nereye? Din dersi öğleden sonra. Acı sözlerimi yemekten sonraya saklıyorum. Coğrafya sözlüsü bitiyor. Onlarca gözün sessiz eşliğinde tahtanın önünden ayrılıyor, katlayıp cebime sıkıştırdığım kitabımı çıkarıp sıraya oturuyorum. Arkadaşlarım korkuyla karışık bir saygı duyuyor bana. Bu lafları nasıl da kolayca söylüyorum. Kelimeler aklıma nereden geliyor? Duyduklarının çoğunu anlamıyorlar, anlamadıkları şeylerden korkuyorlar. Din dersine beş saat var. Göğsüme sıkıştırdığım korkularımı çıkarıp parktaki karların altına süpürüyorum.


Sabahları annemi utandırıyorum. Not defterinde adımın yanına ayrılmış bölgeye dünya kadar kocaman bir sıfır yazıyor. Yakınlığından dolayı iltimas geçmemen gereken birine daha da sert davranmanın zorunluluğunu yaşıyor. Laf olur, söz olur, hele de sözlüde! Bunu yaparken hâlâ zorlanıyor. Öğrenememiş demek ki, iyi hazırlanamamış. Dünya dönüyor, güneş yükselip tekrar yuvarlanmaya yelteniyor. Okuldaki rutinime devam ediyorum. Öğleden sonra da utandırıyorum annemi. Ben demedim mi sana anne? Bu hayatta sadece kederimizi yaşıyoruz.


Biliyorum, bugün hafta içi. Cumartesilere varmadan ömrümüz bitiyor. Halen hiçbir şeye hazır hissetmiyorum. Başkası kullanmasın diye çekmecemin dibine sıkıştırdığım bardağımı alıp kendime bir kahve koyuyorum.