Cezayir'in Konstantin şehrinde yine sıradan bir güne uyanmıştı Sabrina, oğlunun okul hazırlığı ile ilgilenirken bir yandan da gazetede yer alan haberlere göz gezdiriyordu, oğlu Tahar'ın "Anne geç kaldım, hadi gidelim" demesiyle tüm dikkatini oğluna verip bir an önce onu okuluna götürmesi gerektiğini düşündü. Evden çıktılar, gazete dağıtmak için kullandığı motosikletinin arkasına oğlunu oturtup yola koyuldu Sabrina. Günün bu vakitlerinde ortalık daha sakin olduğundan tabiatı daha iyi görebiliyor, tefekküre daha çok vakit ayırabiliyor ve insan selinin içerisinde kaybolmuyordu dolayısıyla oğlunu okula bırakmak onun için bir tefekkür kaynağıydı. İki yıl öncesine kadar Tahar'ı babası okuluna bırakırdı ama o bulaştığı farklı işlerden ötürü öldürülünce Tahar artık annesiyle okula gidip geliyordu. Okula vardıklarında Tahar dersine yetişmenin telaşıyla motosikletten inip okula doğru koşmaya başladı. Sabrina bugün de oğlunu okuluna bırakmanın verdiği gönül rahatlığıyla eve doğru yola koyuldu. Bir yandan da sabah tam okuyamadığı gazeteye takılmıştı aklı, biraz daha hızlı sürdü motosikletini. Eve vardığında yapılacak onca işi olmasına rağmen gazeteyi okumak için eline aldı, mahallesindeki ve civar mahallelerdeki insanların gazetelerini iki yıldır Sabrina dağıtıyordu ama nedense gazete hiç bugünkü kadar ilgisini çekmemişti. En son iş ilanları için bakınmıştı gazeteye ama bir yardım kuruluşunun kendisine hediye ettiği motosikleti alınca iş ilanlarına da bakınmayı bırakmıştı, bugün anlam veremediği bir güç gazetedeki haberleri okuması için onu tetikliyordu. İlk sayfalar o kadar da önemli haberlerle dolu değildi ama bakmaya devam etmesi gerektiğini düşünüp diğer sayfalara da göz gezdirirken kendi ülkesinden de katılımcıların bulunduğu bir yardım gemisinin saldırıya uğramasının beşinci yıl dönümü olduğu haberini görünce dikkat kesildi. Gazze'ye yardım götüren bir geminin haberini almıştı daha önce ama beş yıldır olayı hep üstünkörü duymuş ya da okumuş ayrıntısına hiç bakamamıştı, gazeteyi biraz daha yakınlaştırıp haberin devamını okudu, Mavi Marmara adlı geminin filolarıyla birlikte abluka altında olan Gazze’ye yardım götürdüğü esnada İsrail askerleri tarafından saldırıya uğradığı, şehitlerin ve yaralıların olduğu yazıyordu, Sabrina buraya kadar olan kısmı her duyduğunda ya da okuduğunda küçükken okuduğu kitaptan bir kesit geliyordu aklına hep. Ailesinin durumundan ötürü hem dinî hem de fennî ilimlere çok vakit ayıramamış ve doktor olma hayalinden vazgeçmek zorunda kalmıştı, çok kitap okuyamamıştı belki ama okumuş olduğu kitapları da unutmuyordu, küçükken okuduğu kitaplardan birinde son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'in ve ona inanan diğer insanların da böyle bir boykota yani ablukaya maruz bırakıldığı yazıyordu, haftalarca susuzlukla ve açlıkla mücadele etmiş, bazen de ağaç yapraklarını yemek zorunda kalmışlardı. Filistinliler de o dönemdeki Ebu Talip Mahallesi sakinleri gibiydiler, sırf müslüman oldukları için dışlanıyorlar ve birçok şeyi yapmaları engelleniyordu. Onlar için bir şeyler yapmalıyım diye geçirdi içinden. Geminin gittiği yıl eşi hayattaydı ve bu kervana katılmasına müsaade etmezdi. "Acaba bir daha gider mi bu gemi?" diye düşündü sonra da giden bir gemi olmasa dahi kendisinin gitmesi gerektiğine kanaat getirdi, zaten Konstantin'de kimsesi yoktu, oğluyla bir başına kalmıştı. Akşam oğluyla bu konuyu konuşup Filistin'e gitmek için onu ikna etmeye çalışacaktı. Kendi niyetini yoklamak için kendisine şu soruyu yöneltti; "Abluka altına alınanlar, haksız yere zulüm görenler gayrimüslimler olsalardı yine de oraya gider miydim?" ve tereddütsüz bir cevap geldi yine kendinden "Elbette". Artık emindi niyetinden oraya gidecek ve orda da postacı olacaktı, kazandığı parayı da oradaki birkaç ailenin hayatına dokunmak için harcayacaktı, bunları planlarken kapı çalındı, gelen ev sahibiydi ve ne için geldiğini çok iyi biliyordu Sabrina, bu ay da ödeyememişti kirasını, ev sahibine en kısa sürede ödemeye çalışacağını söyleyip uğurladı onu. Filistin'de de yaşasam burada da yaşasam yine bir evim bir akrabam olmayacak, iyisi mi insanlara daha faydalı olabileceğim yeri seçmeliyim ve bu da Filistin olmalı diye geçirdi içinden, artık kendisi ile ilgili her şey tamamdı sadece oğlu Tahar'ın ne tepki vereceğini merak ediyordu. Konstantin'de son işini yapmak için dışarı çıktı önce kendi mahallesindeki insanların sonra da civar mahallelerdeki insanların gazetelerini dağıtıp eve döndü, oğlunu okuldan almak için büyük bir heyecanla yola koyuldu. Tam okula varmak üzereyken telefonu acı acı çalmaya başladı, o an motosiklet kullandığı için cevap vermedi telefonuna, kimin aradığını merak ediyordu. Okula vardığında bir yandan oğlunun okuldan çıkmasını beklerken bir yandan da arayanın kim olduğuna bakıyordu, arayan Tahar’ın öğretmeniydi, bu saatlerde Sabrina'nın okula geleceğini bildiği halde neden aramıştı ki? Önemli bir şey var demek ki diye düşünüp Tahar’ın öğretmenini aradı. Telefonu açan öğretmen, Sabrina'nın telaşlanmaması için onu endişelendirmeyecek cümleler kullanmaya çalışarak şunları söyledi; “Sabrina Hanım oğlunuz bana 'Annem işlerinden ötürü çok yoruluyor bir de gelip okuldan almasın beni' diyerek çıktı okuldan, yolda karşılaşırsınız diye de durdurmadım onu, siz gelmeden önce eve yetişebilmek için koşarak gelmiş sanırım, yoldan geçerken gördüm ben de, araba çarpmış, alıp hastaneye getirdim hemen ama durumu iyi merak etmeyin” dedi. Sabrina neye uğradığını şaşırdı hastane bilgilerini alıp hemen hastaneye doğru hızla yola koyuldu. Hastaneye vardığında oğlunun ameliyathaneye alındığını ve ameliyatı için hazırlıklar yapıldığını öğrendi. Oğlunun doktorunu bulup durumunu sordu, öğretmenin söylediklerinin aksine doktor Tahar’ın durumunun ağır olduğunu ve oğluyla ilgili her türlü habere hazırlıklı olması gerektiğini söyledi. “Peki ameliyat öncesinde oğlumu görebilir miyim?” diye sordu yaşlı gözlerle Sabrina, doktor ise ameliyatın biraz önce başladığını ve bunun mümkün olmayacağını söyledi, durumu çok ciddiydi o yüzden size sormadan direkt ameliyathaneye aldık oğlunuzu deyip o da Tahar’ı kurtarmak için meslektaşlarının yanına gitti. Sabrina’nın dünyası başına yıkılmıştı adeta, ameliyatın bitmesini beklemekten başka çaresi yoktu, gözyaşlarını tutamıyor hıçkırarak ağlıyordu, onun bu durumunu gören hemşirelerden biri yanına gelip onu teselli etmeye çalıştı, Sabrina yanına hemşirenin geldiğini birkaç dakika sonra fark edebildi, teşekkür etmek için kafasını kaldırıp hemşireye baktığında, hemşirenin yakasındaki Filistin bayrağı dikkatini çekmişti, oğlunun durumunu düşünürken bir yandan da bugün her şey bana Filistin'i hatırlatıyor diye geçirdi içinden. Oradaki evlatsız bırakılan anneleri düşünüp, onların hüznünü iyiden iyiye hissedip tekrar hıçkırarak ağlamaya başladı. “Gazze’de bu acıyı her gün her dakika yaşayan anneler var, bu hissi tatmayıncaya kadar onları anlayamadığım ve onlar için bir şeyler yapamadığım için kendi halime ağlamalıyım” bu cümleyi tekrar ediyor ve tekrar ettikçe de ağlıyordu. Hemşire onun bu hassasiyetini görünce yakasındaki Filistin Bayrağının hikâyesini anlatmaya başladı; “Filistin’deki yaralı kardeşlerime bir faydam dokunur belki diye Mavi Marmara Gemisiyle Filistin’e gitmiştim. Geminin saldırıya uğradığını az çok biliyorsundur Sabrina Abla, ben de o saldırıdan yaralı olarak kurtuldum ama yolculuk boyunca muhabbet ettiğim Rachel orada vefat etti.” dedi ve hemşire de kendisini tutamayıp ağlamaya başladı, Sabrina hem oğlunun durumunun üzüntüsüyle hem de o kutlu kafileye katılmış olan birinin kendisiyle konuşmasının verdiği karışık duygularla sessizce ve ağlayarak dinliyordu onu. Hemşire sözlerine şöyle devam etti; “Yoldaşım Rachel vefat etmeden önce bana bu rozeti verip ' Eğer Filistinli kardeşlerimle buluşman nasip olursa benden onlara selam söyle ve şu Filistin bayrağını da yanından hiç ayırma, bu bayrağı her gördüğünde Filistin’e yapılan bu ablukanın insanlık suçu olduğunu ve tüm insanların duyarlı olması gerektiğini hatırla, bu durum sadece Müslümanların değil tüm dünya insanlarının yüklenmesi gereken bir sorumluluktur, ben de İsrail vatandaşı olduğum halde bu gemiye katıldım ve zulmeden ülkem dahi olsa başkaldırabileceğimi gösterdim, buna şahitsin' deyip son nefesini verdi” dedi hemşire ve yakasındaki Filistin Bayrağına bakıp tekrar ağladı. İkisi de o kadar derin düşüncelere dalmışlardı ki, kendilerine seslenen doktoru ancak üçüncü seslenişinde duyabildiler, hemen doktorun yanına koştu Sabrina, oğlunun durumunu sordu. Doktor yutkunarak “Oğlunuzu kurtaramadık maalesef ki” dedi, Sabrina karmakarışık duygular içerisindeydi oğlunun öldüğüne inanmak istemiyordu. Bir süre geçtikten sonra acı gerçeği idrak edebildi, "Tahar" diye bağırdı yeri göğü inleten bir sesle. Tek varlığı olan oğlunu da kaybettiğini bilmek ona çok acı vermişti. Artık Tahar da terk etmişti onu, ona Filistin ile ilgili hayallerinden bahsedecekti onu da alıp gidecekti buralardan ama belli ki Tahar ondan önce ziyaret edecekti Filistinli kardeşlerini. Sabrina tüm bunları düşünüp oğlunun yasını tutarken hemşire belirdi başucunda ve tek kelime dahi etmeden yaşlı gözlerle yakasındaki Filistin Bayrağını çıkarıp Sabrina’ya uzattı, Sabrina da uzatılan bu anlamlı hediyeyi geri çevirmedi. Artık hüznü bırakıp oğluyla ahirette buluşabilmenin ümidiyle Filistin'i tamamen gündemime almalıyım diye geçirdi içinden. Yaşanan bu olay Sabrina’yı bir hafta daha Konstantin'de kalmaya razı etti. Bir haftanın sonunda Sabrina oğlu Tahar'ın kabrini son defa ziyaret edip motosikletini satmak için şehir merkezine gitti. Motosikletini satıp ev sahibine olan borcunu ödedikten sonra Filistin mevzusunu artık tamamen gündemine aldı, bir hafta önce gitmeyi planladığı Filistin'e gitme vaktiydi artık. Boykot zamanında gizliden gizliye müslümanlara yardım edenler gibi o da Filistinli kardeşlerine yardım etmeliydi. Kendi acılarını, onların acılarını dindirerek dindirmeliydi. Kalan parasıyla Filistin'e gitmek için tüm işlemlerini yaptı, ayrılık vakti gelip çatmıştı. Vaktiyle atalarının yaptığı gibi mahallesine, şehrine ve ülkesine sonradan dillerde çok dolaşacak bir şiirle veda etti Sabrina bir seher vaktinde:

Elveda Konstantin, elveda oğlum Tahar,

Bombalarla ölüyor çocuklar ve kadınlar,

Ne zaman atılacak beklenilen adımlar,

Ümmetin suskunluğundan Gazze kan ağlar,

Ebu Talip Mahallesi can çekişiyor.


Bu yola çıkardı beni bir kutlu gemi,

Ebu Talip Mahallesi bekliyor beni,

"Müslümanlar kardeştir" den aldım hissemi,

Hiçbir şey yolumdan döndürmez geri,

Ebu Talip Mahallesi can çekişiyor.