1. BÖLÜM


Kira bedellerinin yükseldiği, yoksulluğun ve haksızlığın çoğaldığı bir yıldı ve ben, bir romanda; yazıldığı devirdeki alçaklığın, haksızlığın ve insanların başına gelen felaketlerin anlatılması gerektiğini savunan çulsuz bir yazardım. Yazılarım hep reddedildi ve başımı öne eğip kabul ettim. Böyle bir ikilemin içinde yazıyordum. Ya köşeme sinerek yazılarımın kabul etmesini bekleyecek ya da isyan edecektim artık bağıracaktım; fakat korkuyordum, ben çelimsiz aç bir ödlektim işte. Sinema tüm zamanlardan daha çok kazandırıyordu ama bir şartla toplumu eğlendirecek ve mutlu edecek bir senaryoya sahipse! Toplum dans etmeli ve çoğalmalıydı. Tanıdığım bütün arkadaşlarım bu yolla zengin oldu ben de içimdeki "para mı yoksa ideal mi sorusuna kendime sorarak sonunda yoksul bir yazar olarak herkesin gölgesinde kaldım. Zaman korku veriyordu bana, diğerleri yoktu hiç, bir biz vardı sadece, ben de biz olmayı gösteriyordum. Hayatımda, geçtiğim bütün zamanların içinde korkuya bir yerim vardı muhakkak. Her şeyden korktum; çünkü çok çabuk alıştım hastalığa, kavgaya ve ölüme. Hep bulanıktı saatler çünkü geleceği tahmin etmem gerekti, olumsuzlukları kafamdaki iyi kurgularla geçiştirdim ve çoğu zaman başarısız oldum. Yenilgilerim uzun cümlelere dönüştü. Okuyarak ve yazarak çevremin değişebileceğini düşündüm, zenginleştiren kitapları reddettim fakat bunu söylemedim de... 

Çünkü ben bir ödleğim. Gün içinde hep boşluğa doğru baktım, içimde hep başka bir yerin görüntüsü vardı. Her şey beni etkiledi, hiçbir şeyden kaçamadım, kayıtsızlığı bir türlü öğrenemedim ama hiçbir şey de yapmadım, hareketsiz olmak ama kayıtsız da kalmamak... Hissiz olmanın taklidini bile yapmak da beceriksizdim. Öyle hüzünlüydüm ki, gerçekten mutlu olduğum anılarımda bile bir yerim hep ağlamaklıydı. Hüzün duygumu bir türlü kontrol edemedim. İşte bunların sonucunda serüvenim bir şekilde başladı. 


Bir yazar neyi anlatırsa anlatsın, hikayesi nerede başlarsa başlasın kendinden çok uzaklaşamaz. 

dedim, beni; uzaktaki birinin sesini anlamaya çalışanlarınki gibi dinleyen editöre. Şimdi siz de bana kalkmış "başka bir şeyi anlatmalısınız" diyorsunuz. Sesimi yükseltmiştim, hiç olmadığım kadar sinirlenmiştim ki biliyordum bunun sonucunda suçlanıp mahkum edileceğimi, sadece yazdığım romanı savunmuş ve reddedilişine isyan etmiştim; fakat boyun eğerek kabul etmeliydim bana bir şey yapmamaları için, beni dövmemeleri için sadece bir kabul yeterliydi. Zarar görmeden karışabilirdim dışarıdaki yoksulluğa. Çıldırdım!Çünkü yeterdi! Çünkü artık sondu! Çünkü delirmiştim. Çünkü artık başımı eğmeyecektim. 

Beni yaka paça dışarı çıkardılar. Her yerde ışıklar vardı, eski arkadaşlarımın yazdığı romanlar reklam panolarında tanıtılıyordu onları gördüm. Bir arabaya bindirildim. Bir yerden müzik sesi geliyordu, kağıttan etekleriyle dans edenler vardı müziğin geldiği yerde fakat hiçbir şeye benzemeyen bu dans korkunç bir tuvalete benziyordu. Korkunç bir çoğalma vardı. "Nereye götürüleceğini biliyorsunuz" dediler, benim için. Arabada vurmaya başladılar bana, kanadım. Uzun bir yolculuktu, hiç durmadık. Bana insan olduğumu unutturmaya çalıştılar ama hiç unutmadım; tuvalet ihtiyacımı gidermemi engellediler, yol bitene kadar beni dövdüler, bana güldüler, iğrenç biriymiş gibi baktılar bana, üzerime tükürdüler. Durduk! İteklene iteklene yürüyordum; ve o büyük harflerle yazılı platin tabelayı gördüm "ŞEHİR HAPİSHANESİ"