3. Bölüm

...



Bazen, günün içinde onlarca farklı bizle tanışırız. İnsan böyle günlerde parçalanır, aniden kendini kapatmak ister ve çoğunlukla kaçış, uyumayla sonuçlanır. Yababilirse. Her köşeden gelen ses kendi sesine benzer. Tınısı ve ritmi aynadır; fakat o kadar fazla kelime vardır ki içlerinde, o kadar fazla benzersiz ve birbirine yabancı kelime vardır ki; hangi birinin ona ait olduğunu bilemez. Seçim yapmalıdır, bir yerde durmalıdır, bu benim ya da burası benim demelidir; bu o kadar önemlidir ki bu seçimi yapmadan yola çıkmak, seçim yapmak hatta yürümek bile neredeyse imkansızdır. Her koldan gelen beni seç beni seç onu seçme ya da onu seçtin ha! emirleri... Çağrıların sesleri o kadar yüksektir ki, insan kulaklarını tıkar. Deli sanılmaması için çoğunlukla gerçeğini göstermez. 

Böyle durumlarda, bir uyandığımız ve deneyimlediğimiz şu an vardır; bir de içimizde aynı anda deneyimlediğimiz belki de yüzlerce farklı şimdiler... 

İşte şehir hapishanesindeki gri çemberin ortasındayken durumum tam olarak buydu. Bir seçim yapmalıydım. Ya bu dışkılar arasındaki sidik ve tükürük kokan hapishanede kalacaktım ya da her denileni yapıp bir öykü yazacak ve dışarı çıkacaktım. Öykü yazmakla da yetmeyecekti; istedikleri biçimde bir öykü yazmalıydım. Benden önce gelen üç kişinin yüzlerine bakarken, acaba onlar da aynı durumdalar mı? Benim gibi kendilerine düğümlenmişler miydi? Bilemezdim. 

Zaten çok geçmeden anladım, az bir tereddütten sonra onlar da diğer üç kişi teklifi kabul ettiler. Gri çemberin ortasında sadece ben kaldım.