İkinci Bölüm


...

Genzi yakan bir sidik kokusu, yerde öbek öbek izmaritler, balgamdan küçük yeşil göletler ve havada adeta görünen pis bir koku... Şehir hapishanesine girdiğim günde duyularıma saldıran bu saydığım iğrençlik görüntüsüydü. Suçum? Suçum istediğim gibi bir kitap yazmaktı. Hapishanede geçirdiğim ilk geceyi korkunç mide ağrılarıyla bitirdim. Çünkü son yemeğimin üzerinden neredeyse iki gün geçmişti. Sabah bir gürültüyle uyandım. Asker!!!

Yüzünde şefkate dair hatta en ufak merhamete dair bir iz bulunmayan bir asker beni yatağımdan sürükleyerek çıkardı. Sürükleniyordum ta ki gri bir çemberin ortasına götürülene kadar, orada benim gibi yedi kişi daha vardı. Hepsi benim gibi sefil görünümlüydü, hepsi hastaydılar ve hepsi açtı; bunu karınlarını tutma şekillerinden ve çevrelerine bakışlarından anladım. Bir kaç metre ötemizde yerden bir kaç santim yüksekte, güzel giyimli bir adam konuşmaya başladı.

Bütün bu çektiğiniz acıya değer mi idealiniz? Ne anlattığınız bu kadar mı önemli sizin için? Hayat bir savaş ve bu savaştan kurtulmanızı sağlayacak bir silah var elinizde ama siz o silahı bize sunmak yerine üzerimize doğrultuyorsunuz. Değiştiremeyeceğiniz şeyler için düşünüyor ve yenemeyeceğiniz güçlere kafa tutuyorsunuz. Oysa kabul etseniz, bu açlığa ve içinde bulunduğunuz bu sümükten hayata mecbur kalmazdınız. Şimdi size son bir seçim şansı sunuyorum; ya hiçbir şeyin değişmeyeceğini, içinizde dolanan kelimelerin bin başlı ejderha kadar gerçek olduğunu kabul edecek "sabun köpükleri" kitabına bir öykü ekleyeceksiniz ya da içinizde sadece sizin gibi sümükten vücutlara özgü olan boşlukta düzüşen düşüncelerinizle burada kalacak ve insan olduğunuzu unutacaksınız... İntihar etmenize de izin vermeyeceğiz, açlıktan ölmenize de fakat bu ölmemek de asla yaşamak olmayacak sizin için. Tanrı belki size kısa bir hayat yazmıştır... Gülüyordu!

Aramızdan üç kişi hiç düşünmeden birinci teklifi kabul ettiler. Geriye kalan ben dahil dört kişi de birbirimize bakmaya başladık.