“İnsanoğlu, kendini hatırlamayı unutmaktan koru kendini.” diyor Sponville. Bizi biz yapan geçmişte yaptıklarımız, düşündüklerimiz ve yaşadıklarımızdır, yaşadıklarımıza karşılık olarak verdiğimiz cevaplardır. Geçmişini unutmak isteyen insan ne şimdisini ne de geleceğini görebilir. Şimdiyi yaşayabilmek ve anlamak istiyorsak geçmişte kim olduğumuzu unutmamız gerekir. Peki geçmişimizi unutmamızı engelleyen şey nedir? Belleğimiz.


Belleğimiz düşünülen, yaşanılan, öğrenilen, hissedilen tüm her şeyin bizde kalmasını sağlar. Esasında biz dışında dünümüzü bilen ve bu sayede şimdimizin olmasını sağlayandır. O halde; bellek olmadan yeni bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. İnsan ancak hatırladığıyla insandır. Bu, bellek sayesindedir ve bellek sadakati oluşturan şeydir. Ancak hatırlanan şeye sadık olmak ya da sadakatsizlik etmek mümkündür. Sadık olduğumuz şeyleri unutmak bizi sadakatsiz yapmaz. Çünkü önemli olan herhangi bir şeye sadık olmak değildir. Neye ve hangi şekilde sadık oluşumuz sadakati belirler. Geçmişin kötü anlarına, kötü bir söze, kötü bir düşünceye sadık olmak sağlıksızdır. Kötüyü unutmamak; onu belleğe kaydetmek demektir. Bu da kötüye sadakattir. Jankelevitch bunun için şöyle der: 

“Sadakat övgüye değer midir, değil midir? 'Duruma göre'dir bunun cevabı. Hangi değere sadık olduğuna göre değişir. Neye sadık? Kinine ya da öfkesine sadık olsa bile hıncın bir erdem olduğunu kimse ileri süremez, hakareti hiç unutmamak kötü bir sadakattir. (…) Bizim istediğimiz erdem tam sadakat değildir; yalnızca iyi sadakat ve büyük sadakattir.”


Sadakat ve ahlak birbirlerinin temelini oluşturur. Kant’a göre sadakat bir görevdir. Bahsettiği görev evlilikte, arkadaşlıkta verilen sadakat sözleri gibidir. Fakat bana göre bu düşünce bir yerden sonra boşluğa düşüyor. Çünkü zaman geçtikçe birilerine karşı aynı hisleri hissetmemek çokça olası bir durum. Sevdiğiniz bir şeyi artık sevmiyor, sevmediğiniz bir şeyi artık seviyor olabilirsiniz. Bu insanoğlunun fıtratı gereği ortaya çıkan bir şeydir. Ahlak her yerde aynı ilkeleri gözetir, evrenseldir. Eğer Kant’ın dediği gibi olmuş olsaydı sadakat ahlaktan büyük ölçüde ayrılırdı. 


Sadakat evrensel bir ahlakın dışında değil bizzat ahlak değerini, geçmişinin temelini oluşturur. Ahlakın temeli yoksa bile sadakat bu temelin yerini tutar. 


Sadakatin evrenselliği aşk için de geçerlidir. Aşk tek başına sadakati, kendi içi olan sadakati kabul etmez, etmemelidir. Biz içinde ben olarak yaşanılan duyguya, eylemlere ve hislere sadık olmaktır. Aşkın ne olduğunu tam olarak tanımlamak mümkün olmasa da günümüz ilişkilerine ve evliliklerine bakıldığında aslında sadakat sanılan şeyin aksine sadakatsizlik olduğunu görebiliriz. Evliliği ele aldığımızda; yapılan evlilik sözleşmelerinin bu sözleşmeyi yapanların karşılıklı sadakati ve birbirlerine verdikleri söze bağlılıkları olması gerekir. Bu bağlılık sözleşmesi şimdi ve gelecekte her daim birbirlerini desteklemelerini, kararlarına ve düşüncelerine saygı ve sevgiyle yaklaşacaklarının, sonları ne olursa olsun hissettikleri şey bitse bile geçmişte beraber yaşadıkları aşka sadık kalacaklarının sözüdür. Ancak günümüz evliliklerinde yapılan evlilik sözleşmeleri maddiyat üzerine kuruludur. Sadakat sandıkları şey sahiplenme ve egemenlik duygusundan başka bir şey değildir. 


Sonuç olarak geçmişe olan minnetimiz ve merhametimiz bizi buna bağlı tutar. Geçmişe sadık olmak, belleğimizde tutmak sadakatimizdendir. Sadakat bir bellek erdemidir. İçten bağlılığı gerektirir, sadece bir duygu değildir. Derin sevgi, saygı ve merhamet sadakattendir.