Susarak anlaşabilmenin mümkün olabildiği zamanlar gelecek. O zamanlar konuşacağız. Daha az yol kat edebilmek için hayatımızda, vakit bulduğumuzda uyumamız gerekecek. Uyumamız gerektiğini anlamamız için önce sevişeceğiz. Sonra uyumayıp daha çok konuşacağız. Başka bir gün kitap okuyacağız. Başka bir gün dışarı çıkacağız. Her şeyi ertelediğimiz gibi uyumayı da erteleyeceğiz. Daha da uzayacak yol. Ben "yanlış yoldan gidiyoruz" diyeceğim. Sen "uykusuz olunca çok pesimist oluyorsun, sinemaya gidelim mi?" diyeceksin. Bu kısır döngünün içinde kaybolacağız sürekli. Kaybolup birbirimizi bulacağız.


Yılbaşları gelecek, doğum günleri, yıl dönümleri, her sene kutlanması gereken ne kadar gün varsa hepsini hatırlayıp sarhoş olacağız. Sarhoş olup bir sene önce neler yaptığımızı hatırlayacağız. Anılar biriktirip anılar harcayacağız. Eli sıkı olmaya gerek yok nasılsa. İstediği gibi yaşayabilmenin özgürlüğü bir kere geçti mi eline insanın, dünya yansa çıkarıp sigarasını yakacak rahatlığa erişiyor. Sonra ben sana sigara uzatacağım sen bana kibrit. "kibrite gerek duyulmamalı bence biz sigara içerken, bizim ateşimiz bize yeter" diyeceksin ukala bir tavırla. Ben de "içinde yaşayan ergen beni bazen ürkütüyor" diyeceğim. Kışın ortasında beni denize atmakla tehdit edeceksin. Ben kaçacağım sahilin diğer tarafına doğru, sen de elinde bir avuç kumla geleceksin peşimden. Zaman; denizin durgunluğunun sahille birleştiği noktada kalacak, biz gideceğiz..


Her sene bir yaprak daha atarken takvimde bizim için hiçbir şey değişmeyecek. Akıp gidecek zaman öylece yanımızdan. Zamanın izafiliği kanıtlamış bilim adamları gibi güleceğiz kahkahalarca. Çok güldüğümüz için, çok mutlu olduğumuz için, yüzlerimiz eskiyip buruşacak bir kağıt gibi belki de. Bir fotoğraf gibi. "hep böyle gelecekten söz etmek zorundasın değil mi?" diye kızacaksın. "sürekli gelecekten söz eden insanın korkularıyla yüzleşmeye cesareti yoktur." diyeceğim. Neyden korktuğumu bildiğin halde soracaksın yine de ama ben cevap vermeyeceğim.


Unutarak anlaşabilmenin mümkün olabildiği zamanlar gelecek. Kavga edeceğiz. Saatlerce. Hem de hiç konuşmadan. "doğru yoldan gidiyoruz sanırım" diyeceğim titrek bir ses tonuyla. "uyuyalım mı, lütfen?" diyeceksin ağlarken. Kapalı bir kitabın yaprakları gibi sımsıkı sarılıp yatacağız. Hiçbir şey yokmuş gibi, hiçbir şey olmamış gibi. Defalarca yaşadığımızı bildiğimiz halde, sanki daha önce bu gibi bir anı hiç yaşamamışız gibi. Sabah olacak sonra. Kahvaltı hazırlayacaksın. Yumurtayı rafadan sevdiğimi bildiğin halde sırf gıcıklık olsun diye çok haşlayacaksın. Bir kez daha güne mutlu uyanmanın tatlı hüznünü yaşayacağız. Ve sonra yine yanlış yoldayız..


Konuşarak anlaşabilmenin mümkün olabildiği zamanlar gelecek. O zamanlar susacağız. Örtbas etmenin hiçbir şeyi çözmeye yetmediğini anlayacaksın. Sadece sevmenin yeterli olmadığını ve hiçbir zaman da yeterli olmayacağını da. Ben zaten çoktan anlamış olacağım. "yolun sonuna geldik mi" diyeceğim. Cevap vermeyeceksin. Cevaplamaya cesaretimin yetmediği o soruyu soracağım sana. "haklıymışsın" diyeceksin "yüzleşmek acıtıyormuş." Tam o sırada şekerli sevdiğini bildiğim halde iki tane sade kahve söyleyeceğim. Güleceksin. Ciddi bir tavırla "haklı olmak hiçbir şeyi değiştirmiyor" diyeceğim. Yine susacağız. Kahvenden bir yudum alıp kalkıp gideceksin sonra. Ardından seslenmeyeceğim. Sen de zaten bakmayacaksın.


Dedim ve "zamanın tekrar yazılabildiğiyle ilgili bir teori var biliyor musun?" diye ekledim. O an yüzüme trene çarpmaya hazır bir arının şaşkınlığıyla baktı. Ne demek istiyorsun sen dercesine. Bir otuz saniye kadar durgunluk oldu. Sonra güldü. "bu kadar mutlu olacağımızı da nereden çıkardın. Ayrıca benimle birlikte olabilmek için böyle bir hikayeyi niye anlatıyorsun" dedi aynı şaşkınlıkla. "insan seninleyken mutlu olmaktan başka ne yapar ki" dedim ben de. "ayrıca etkilendin kabul et" diye de ekledim. "çok garip bir insansın biliyorsun değil mi?" dedi. Hemen ardından konuşmama fırsat vermeden "Hem, hikayenin sonu pek iç açıcı değil ama" dedi.

"sonu olan herhangi bir şeyin içinde mutluluk barınamaz buunu biliyor olmasın." diye cevabı yapıştırdım ben de. Karşılıklı gülümsedik. Karşılıklı daha çok gülümseyecektik. Çünkü biliyordum ki o andan sonra anlattığım gibi bir hikaye yazacaktık. Ve sonu olmayacaktı.


"ee ne diyorsun? Yanlış yolda yürümeye hazır mısın?"

"seninleyken yolun bir önemi yok."


Saatlerce oturduk. Saatlerce konuştuk. Saatlerce sarılırdık da ama cafe buna pek müsait değildi. Son yazmamak için bir başlangıç yaptık. Sonra masadan kalkarken koluma girdi ve kulağıma fısıldayarak dedi ki:


"ben kahveyi sade severim.."