Hatırlar mısın?

Her zamanki parkta geçirdiğimiz üç mevsimi.


Kışları yanakların kızarırdı soğuktan. Ben her seferinde söylenirdim sana "Yine ince giyinmişsin, üşüyorsun..." Daha cümlemi bitirmeden sokulurdun bana, başını omzuma yaslardın, boynumu koklardın... Sanki elinde olsa kokumu hapsedip eve götürecekmişsin gibi gelirdi bana. O an zaman dursun isterdim. Sonra ellerini yanaklarıma koyar, "Bak" derdin "ellerim sıcacık, hem üşümem ki ben..." Evet. Ellerin hep sıcacıktı, ikimize yetecek kadar sıcak...

Yani ben hep öyle kalacak, kalır sanmıştım.


Sonbaharda parktaki ağaçların yaprakları yürüyüş yollarına dökülürdü. O kadar fazla yaprak olurdu ki havuz gibi. Sen ayaklarını kaldırmadan sürüye sürüye yürür yaprakları biriktirirdin. Sonra onca biriken yaprağı, eğilir, kucaklar, doğrulurken havaya saçardın. Öylece havaya bakıp yere düşmelerini izlerdik. O an yüzünde beliren mutluluk, o anın sendeki heyecanı... Anlamaya çalışmayı bırakıp öylece seni izlerdim.

Seninle güler, seninle dans eder, o an kendimi hiç sorgusuz sana bırakırdım.


İlkbaharı mutlu planlar mevsimi ilan etmiştik. Durmadan gelecekten bahseder, yaz için planlar yapardık. Zamanın nasıl geçtiğini hiçbir zaman anlayamaz, son vapuru kaçırmamak için tüm nefesimizle el ele iskeleye koşardık. Varışın verdiği yarı mutluluk yarı hüzünle birbirimize bakar, hiç konuşmaz, kalan son birkaç saniyeyi sımsıkı sarılarak geçirirdik. Sonra sen biletini alır, vapura biner, iskeleden uzaklaşana kadar hiç durmadan el sallardın.

Arkamı dönüp yürümeye başladığımda günün tüm mutluluğu iskeleyle vapur arasında kalırdı sanki...

Kalbime düşen burukluk bütün sıcaklığımı üzerimden alır, yüzüme solgunluk yansıtır, beni gören insanları endişelendirirdi. Sessizce evime gider, bir dahaki buluşma gününe kadar hiç kimse olurdum.


Yine bir ilkbahar günü. Bu diğerlerinden çok farklı... O gün gelecekten değil de geçmişten bahsetmiştik. En uzun o gün bakmıştın gözlerime. İlk defa omuzumda uyuyakalmıştın, ellerimi hiç bırakmamıştın, uyurken bile...

Yine geç kalma ihtimalimizin yüksek olmasına rağmen o gün vapura el ele koşarak değil yavaş yavaş yürüyerek gitmiştik. İskeleye varıncaya kadar durup durup sarılmıştık. İskeleye vardığımızda önce biletini aldın bu kez sonra yanıma geldin, hemen karşımda durdun. Ellerini yanaklarıma dokundurduğunda anladım, o sıcacık ellerin buz gibi olmuştu. Bakışların donuklaştı, sonra gözlerin doldu. İkimiz de hiç konuşmadık, çok şaşırmıştım. Bir an kendimi sana sımsıkı sarılmış buldum. Ne kadar zaman geçmişti, o an konuştuk mu, hiç farkında değildim.

Duymadım, görmedim, hissetmedim. Vapurun son düdüğünü çalmasıyla ayıldım. Artık kalkacaktı ve gitmeliydin.

Bu son buluşmamızdı ve senin kararındı. Kollarımı yavaş yavaş belinden ayırırken, “gitmelisin” diyebildim.

Gittin.


Olduğum yerde çöküp kaldım. O gün vapur iskeleden ayrılana kadar değil, denizin üzerinde gözden kaybolana kadar ardından baktım. Hiç el sallamadın, iskeleye doğru hiç bakmadın. Kalktım, yürümeye başladım, parka gittim.

Parkın bütün ışıkları kapalıydı. Karanlıkta her zamanki yerimizi buldum.

Oturdum, hiçbir şey düşünmedim, karanlığı izledim, karanlıkla konuştum... Orada seni aramadım, kendimi bulmak istedim sadece...

Ve ben kendimden uzaklaştığımı her anladığımda, o günden sonra, o parka gittim parkın en karanlık saatlerinde.


Ve çok geç farkına vardım, sensizken daha fazla vakit geçirmişim o parkta.

Sadece en karanlık saatlerinde...