Kediye mama aldım, bir çocuğun annesinden dondurma istemesini duydum, yaşlı amcanın bisiklet sürerken ağzından yol alan sigara dumanını izledim. Elimde bir poşet, içinde taze ekmek. Merak ettiğim şey ise gördüklerimin üçüncü olmasına neden olan uzaklık. Dışarıda evrimleşen bir şey var, duygular, üzüntüler ve sıcak havada yaşanacak tonlarca aşk. Parfüm sürülmüş, kıyafetler ütülü, makyajlar yapılmış, bazıları zayıf bazıları ise şişman, diğerlerinin saçları kötü kesim, kıyafetlerinin içine gizledikleri hayatları bir sır perdesi; onları aralayıp içine baktığın vakit tüm ilginin ve merakın öldüğü nokta. İnsanlar bir şeyleri öldürmek konusunda iyi. Her şeyi bilmek isteyen gözlerin yaramaz oynaklığı işte.


Markete gidip kediye mama alırken siyah ojeli ayak parmağıma bakış attı bir kız, gözleri yüzüme bakarken benden uzun, tepede yükselen suratı meraklı ve ardında hep aradığı hikâyelerin bitmesini isteyen bir şeyler var. Her insanın gözlerinde parlayan bir hikaye avcısı. Kim oluyordum, neden ojeli ayaklarımla ve pörtlek kısa boyumla buradaydım, ne arıyorum.


İçimizde sakladığımız basit gerçekliğimizi olağanca gizleriz, onları ojeler, kıyafetler ve statülerin rengine boyarız. Bende bir hikaye var ve sen yanı başımdan giderken bir kaç saniye merak objesiyim. Beni tanıdığında öykünün sonuna bir son yazman gerek. Bitti ve harcandı, bunu bilmen lazım.


Belki çocuklar ondan bu kadar özlenen bir zamandır. Orada hep hikaye ve bitmeyen sonlar vardır; istediğin kadar arala ve baka dursun, hep merak edilen şeyler vardır, son yazma işini büyüklüğe, zamana bırakırsın.


Her şeyi anlamaya çalışmanın verdiği bir kötürüm sırtlıyoruz, bende liderliğini yapıyorum. Anladığımızda gelen acı huzura bırakır. Yarım kalmış ve ötelenmiş şeylerin gölgesi takip eder bizi. Ondan kaçamıyoruz, her şeyi anlatıp tüketen bir güruh bu tiyatro. Oyuncular fazlasıyla sıkıldı, yeni şeyler artık pek yeni değil, bakılan şeylerin ilgisiz olanaklarıyla akıp gidiyor. Parmağını kaydır ve geç.


Arabaların renkleri önemsiz, kuşların sesleri unutuldu, şarkılar aynı ve sıkıcı, bana uzattığın her şey parmaklarında zaten çürümüş; gözlerini devir ve bak, olmayan ve olduğunu düşündüğün şeylerin isi ojelerinde kalmış, bir ötekisinin gözlerinde yoklar bile. Kendini değersiz ve anlaşılmayan bir yabancı say, gece uyurken yalnızlığından dem vur. Bir zamanlar kahkaha attığın şeylerin anıları siliniyor ve sen korkuyorsun, o olmaz, benden alma diyorsun ama gidiyor işte. Bunu kabul edemeyecek kadar insanız, ağladığımızda akan gözyaşlarımız kurumadan yeni şeylerin olanaksızlığı karşısında öfkeliyiz.


Bana sunduğun tüm açıklamaları yedim, sindirmeden sıçtım ve hala boşlukta savruluyorum. Yatağımda uzanıp kurduğum düşlerin sayısı az, sürekli düşünülen şeylerin ağırlığı ise fazla, kamburun çıkar annen kızar. Anneler hep kızmaz mı zaten.


Sonra bu anlamsızlığın içinde debelene dur birisini tanırsın, onu merak edersin ve gizemli bir sis yayar etrafında; aralayıp bakarsın, arşınlayıp ardına bakmak, ne gizlediğini öğrenmek istersin. Merakın katilisindir, ondan alabildiğin kadar al ve sıkıl. Bunu düşünmezsin bile. Düşündüğün şeylerin ilki zayıf vücudu, kırmızı dudakları ve güneşin altında parlayan kahkahası. Zamanla tanışıklık uzar ve sen daha derine bakmaya cesaret edersin, oda izin vermeli tabi. İzin verir. Sevgisini sunar sana sende kendini sunarsın. Tehlikeli bir dans bu. Ne yapacağını bilmediğin ve daha önce yaşamadığın bir şeylerin içerisine dalmışsın, korkuyorsun, heyecanlısın. Hiç olmadığın kadar anlama ve ona ulaşma şansın var, kimse ne yapacağını söylememiş, şairler bir şeyler geveler, yazarlar umutsuz ve filmler güzel günler vadiyle yıkamış beynini.


Şimdi yanındadır, elini tutarsın ve anladığını sandığın her vakit kaçmaktadır, bunu geç anlarsın. Çıplak vücudu yanı başında uzanmış, üstünde örtüsü açıkmış, sigara dumanlarıyla dolmuş oda ve sen onu izlersin.


Onlayken her şeyi daha derin hissettirmesi kokutur, hikayeye bir son eklemek ise bir intihardır artık. Tüm ruhu arşınlayıp elinde sopası ile dolaşan aziz değilsindir, hayır, anladım dediğin şeylerin ardında korku yatar. Oysa yanındadır ve anlamadığın çok şey vardır. Yazar kusurlu, noktalaması yanlış ve anlam bozukluklarıyla dolu bir örüntü yazmış, anlamayı bıraktığın vakit hissetmeye başlarsın, korku belki hala oradadır ama hissettiği yüce bir şeyin rahatlığına sığınırsın, hissedersin, sevgiyi.


Şimdi uzanmış tepeyi izlerim, tavan yok ve bulutları görebiliyorum, biraz kendimden birazda ondan bahseder dururum. Dilim pek neşesizdir benim, hep bir hüzün çalarım ağzına umuttan bahsederken bile. Aldırma derim çünkü seviyorum ve bebeğim inan seni anlıyorum ve hiç bir zaman anlayamayacağımda. İşte ben kusurlu bir insanım; boyum kısa, saçlarım dikine uzar ve pek düz, keskin çenemi severim, pörtlek gözlerimi sevmesemde de şahit bakışlarım olsun isterim, kaşlarımın kalın olmasını, vücudun dolaşan kılları yolmak arzum, kaslı bir beden, sessiz bakışların içine gizlenmiş gizemli bir sessizliğim olsun isterim, pürüzsüz bir cilt ve güzel kıyafetlerin içine gizlenmek isterim, biraz kilo aldığımda vermek, demir gibi bir irade ve kararlılık dileğim.


Ama ben bir insanım, tüm kusurlarımla burada dikiliyorum, kusurlarım beni inşa eden tanrı, ona tapmasam da seviyorum bazen, bazen ise asi bir çocuk gibi nefret kusuyorum aynanın karşısında. Daha iyisini ararken gözlerim olduğum kişiden utanıyorum. Herkes bir tutam utanç gizlemez mi zaten.


Bana sevmeyi becerdiğimi fısıldayan bir bakışın var, kendinde eksik olduğu şeyi ararsın bende, yanılırsın, sözlerimin ve ısırmalarımın yaşattığı bir övgü var diyorsun o gözlerimde. Ben uzağım ve herkesi aldatmam gerek diyorsun, dişlerim öne doğru, iradem eridi ve ben kilo aldım, hala beni beğenmeni anlamıyorum ve numara yapmandan korkuyorum. Gözlerin ne çok şey söyler durur bebeğim. Ötekilerin kilosunu gözlerinle tarta dur bende boylarını ölçüyorum. Göz hizaları bir kat uzun diyorum benden, şu çirkin herifin boyunu istiyorum annesine yakaran çocuk gibi.


Sen kusurlu iken, hata yapıp mükemmeli aramadığında tanrılaştığını fark etmiyorsun ama sorun değil bebeğim. Bak ben de bir şeylerin arzusu ile aranıyorum, ben aziz değilim sen de bir canavar.


İşte senle yürürken, yazarken, bir son koymak istemediğim yazılar yazıyorum, öykülerimin hep sonu açık, yazılarım uğultu ve bilmişliği bırakalı çok oldu. Senleyken son yazmak, seni anlamak için tüketmek bir cinayet ve benim elimde sadece kalem var, ona seni fısıldadığım duygularım ve senin gibi ne yapacağımı bilmesem de derin hissettiğim sevgim.