‘Dünyayı gerçek somut biçimiyle mi görüyoruz, yoksa dünyaya yansıttığımız kendi sınıflamalarımız, dürtülerimiz, beklentilerimiz ve soyutlamalarımız doğrultusunda mı’

-Abraham Maslow



Başlamayı da bilmem bitirmeyi de. Hayatım hep bir çıkmaz sokaktı. Kendim için yaptığım tek şey seni sevmek sanıyordum oysa seni de seni kurtarmak için sevmişim fark etmeden. Benim gibi insanlar böyledir, bilirsin. Hayatımız boyunca birisi bizi mutlu etsin diye bekler dururuz umutsuzca. Bu sebepten dolayı sanırım herkesi bir kurtarma bir mutlu etme çabasındayız herhalde. Mutlu bir dünya var biliyorum. Ama bildiğim bir şey daha varsa o da benim o dünyada bir yerimin olmadığı. Hayatıma giren herkesi ve her şeyi uvuzlarımdan biri sayıyorum. Uvuzlarımdan biri bana acı vererek kopsa da onu affediyorum. Yani affediyordum bir zamanlar. Bana bu kalbi kimse vermedi belki ama kalpsizliği de canımı yakanlar öğretti. 

Yine de bir çocuk bana ışıl ışıl gülümsediği zaman ya da sokağımdaki gül ağacı açtığında veya Bahçeli’de el ele yürüyen iki sevgili görünce zihnimde tekrar güneş açıyor. Dediğim gibi mutlu dünyalar var hayatta ama bana bir yer yok. Bütün hayatım boyunca başkalarının hayatlarından kısa öyküler çalıp yazarak yaşayacağım. Yaşatacağım kendimi. Bir tiyatro sahnesinde, bir film karesinde, bir şiir dizesinde, şarkı sözlerinde. Yapılmış ve yapma olan her şeyde. Yeni bir şey kurmaya gücüm yok. Yetinmeyi de öğrendim. Bana verilenlerle yetiniyorum da verdiklerimde bir türlü yetinemiyorum. Hep daha fazla verebilirmişim gibi sanki. Verdiklerimin hiçbir kıymeti olmasa da önüne geçemiyorum bu hissimin. Toprak olmaya o kadar alışmışım ki kuraklığımdan habersiz bir çiçek filizlensin diye bekliyorum öylece.

 Bir ağaç yetiştirmeye çalışsam bahçeme sığmaz. Bunun hissi için yeni bir kelime icat edilmesi lazım sanırım çünkü içerdiği çokluğu hiçbir şey karşılamıyor. Tıpkı sen gibi. Tıpkı sana olan sevgim gibi. Sen ki kanadından öptüğün kuşu öptüğün yerde vuransın. Ama ne diyebilirim ki sevgilim, yanlış kişiyle savaştın. Ben senin düşmanın değildim. Sana sevmeyi ben öğrettim. Senden tek bir cümlesini bile esirgemiş şu hayatta sayfa sayfa yazılar, şiirler yazdım. Şarkılar söyledim. Aşık olduğum tüm renkler gözlerinde yer edindi. Belli ki seni sevmemi istedi yeşiller. Aşkı gözlerinde görmemi istedi maviler. Yoksa bu denli bir sevdaya nasıl karışabilirdim ki? Kendime sen diye bir dünya kurdum. Günler, mevsimler ve saatler; bunların hepsi gereksiz şeyler. Benim dünyamda sendin bütün iklimler, saatler. Etrafıma ördüğüm duvarlardan bir pencere açtım. Sandım ki çiçek saksıları koyarsın. Ama sen tuttun başıma yıktın evimi. Ne bir bakış ne de bir ima vardı gözlerinde. Ben bir kez bile bekle demeyen sözlerinde beklemek için sürekli bir neden aradım. İki kişilik bir yolculukta tek başıma olduğumu, çaresiz bir beklentiyle gözlerine baktığımı çok geç anladım. Artık sadece gitmeler kucaklıyor yalnızlığımı. 

 Kısa ve geçici ama olağanüstü güzellikte olan her anımız, yaşandığı an içerisinde bizi ne kadar huzurlu hissettiriyorsa bittiğinde de o kadar acı verecektir. Bu da aşkın tezatlığından mıdır bilmem. Sen de benimleyken içinin huzur dolduğunu iddia ederek ‘sen benim evimsin’ derdin. İnsan gidecek başka yeri yoksa yıkar mı evini? Çok bir zaman da olmadı benden gideli ama varlığına o kadar alışmışım ki kısa bir yokluğun bile bana asırlar geçmiş gibi geldi. İşin kötüsü de ne biliyor musun, dönsen de gelecek yerin yok artık. Ben yıktığın evi aynı yere yapmak niyetinde değilim. Şimdi gelsen sen de yabancılık çekersin. 

Yine severim yine sevilirim konu bu değil. Bu yürek yine yanar başka bir yüreğe. İstesen de solduramazsın yüreğimdeki bu hisleri. Çünkü benim baharlarımın yağmuru sen değilsin. Senin yüreğin bu memleketin en kurak toprağıydı. Ben kaybolmuş bir bulut gibi yanaştım senin yanına. Yaşlarımı yalnızlığına bir yoldaş olsun diye akıttım. Aşkımın baharına davet ettim seni. Ama artık sahte şeyler veya anlaması güç betimlemeler söylemeyeceğim sana. Çünkü bazı şeyler süslü laflarımız arasında kayboluyor ve tek bir anlam bile kalmıyor o şatafatın altında. İşte bu yüzden ben de tüm bu sade cümlelerimin sonunda sadece seni hala sevdiğimi fısıldayabiliyorum kendimden nefret ettiğimi bile bile.

 Seni bekleyen bendim. Seni özleyen bendim. Senin için çabalayan da yine bendim. Sen ise sadece acı dolu bakışlarınla beni uzaktan seyrettin. Ben yalnızca beni sev istedim. Belki yalnızlığımın getirdiği bir açlıktı bu ya da ruhumun duygusuzluğuna bir darbeydi bilmiyorum. Ama bir neden de aramıyor benliğim. Çünkü görüyorum ki cevapların yüreğim karşısında bir anlamı yok. Ben yalnızca daha önce karşılaşmadığın bir duyguyla beni sevmeni istedim. Şimdi ayrılıktan başka ne geçti ellerine. Benimse keşkelerle dolu bir acı kaldı sözlerimde. Ne mutlu ki ben olmayacağını göre göre keşkeler için bir yer bırakmadım yüreğimde. Sen artık sadece küçük bir ansın. Ama küçük bir yüreğe sığmaz ve öyle kolay taşınmazsın.