insan en büyük savaşını hep kendine karşı vermiştir. hayatta kalmak için en çok kendini öldürmüştür. bu söz bağıntısı üzerinden insan olmanın neliği nedir? bireyin varlığı ve bilinçli kazanımları açısından değerlendirdiğimizde var ve yok olmanın temel dinamikleri nasıl anlaşılmalıdır?

öncelikler basit bir form olarak insan; bir çok fraksiyonun birleşimiyle oluşan kaotik düzene sahip bir canlıdır. ve bu canlılığını devam ettirmek için hem organik hem inorganik hem de psikolojik olarak beslenmesi gereken bir canlıdır. canlılık şemasında ayrı bir noktaya koymamızın sebebi budur. aksi takdirde arkeik olarak baktığımızda insan sadece bir cins olarak vardır. onu tür olarak ayırmamızın sebebiyse ''akıl'' denen psikolojik kavramla evrime geçmesidir. ve modern tanım olarak ''homo sapiens'' olmasını sağlayan akıl sahibi olmasıdır. yoksa cins olarak hayvan türü altında değerlendirilebilir biyolojik karaktere sahiptir. bu bağlamda insanın akılsallığını yitirdiğinde canlı formu olarak hayvan sistemi içinde değerlendirebilir bir yörünge ortaya çıkmış olur. ancak akıl kimliğini yitiren ya da yitirdiğini varsaydığımız, sistemin akıl diye anlattığı kavramın sınırları dışına çıkan canlı insan olma özelliğini gerçekten de yitirmiş midir? yani birincil ölçütü akıl olarak vaaz edersek yani sapiensi öne çıkardığımızda yeterli bir insan olacak mıdır?

cins olarak yani canlı varlık bağlamında insan ölümle karşı karşıya kaldığında tepkisel manada hayvan hatta bitki gibi algı ve eylemler var etmektedir. bu da canlılığın hem zaman hem de mekan içinde olma koşulunu gün yüzüne çıkarmaktadır. buradan da anlaşılacağa üzere canlılık zaman ve mekan ikliminde olması koşuluyla sabitlenmiştir. ikincil ölçüt olarak da canlılığı vaaz ettiğimizde canlılığını yitiren formun kimliği de tanımı da bitmiş midir?

bu ikil ölçüt zaviyesinden insana yakınsak bir bakış açısıyla yaklaştığımızda metafiziksel açılımını akla yüklediğimizde insan bilincinin tüm sınırları zorlandığında şuurla kavrayamadığı bir duvara tosladığında bireyin ayağa kalkmasını sağlayan tutumun ve davranışın sebebi nedir? işte burada devreye inanç ve inançsızlık açığa çıkmaktadır. çünkü aklın sınırlarını aşan bir durumun akılla açıklanması ve akılla kavranması kolay gibi gözükse de zor bir kabul ediştir. yani kabul edildikten sonra ancak akıl elbisesiyle örneklem uzayı oluşturarak daha kavranır bir hale dönüştürülür. bu da inancın ve inançsızlığında bir dönüşüm olduğunu anlatır. peki bu dönüşüme birey gerçekten de hazır mıdır yoksa hazır halde mi var olmuştur?

sonuç olarak insan ikil, hatta üçül, belki daha fazla bir var olma yapısına sahiptir. bu bağlamda insanı değerlendirdiğimizde varoluşunun ve yok oluşunun sadece bir an olduğunu anlamaktayız. ve bu varoluşu ve yok oluşunun sürekliliğini sağlamak içinde tarih, kültür vb. kavramların inşasıyla kendiliğinin devamlılığını tecelli etmiştir. aslında hepimiz yeni elbiseler giymiş ilk insan olma özelliği taşıyoruz. bu yüzden ne yeni ne de eski vardır. sadece var ve yok vardır. bu iki kavramın arasında geçen yolda insan hem oluşa hem de bozuluşa uğrayarak varlığın ve yokluğun canlılığını ve ölümünü şekillendiren bir suje ya da objeden ibarettir.


***film önerisi: dual