Amfinin oyulmuş taşlardan yapılan kapısından içeri girerken, kapının girişindeki yazıya gözü takılmıştı. Harfleri birleştirmeye çalışıyordu ama bir türlü zihninde birleşmiyordu. Oradan geçmekte olan birisine “Burada ne yazıyor?” diye sorduğunda, soruyu sorduğu yaşlı adam:

“Burada, aklını ve ruhunu özgür tut, unutma, tanrılar buraya giremez, yazıyor…”


Yaşlı adam ve Safir, zarafetle oyulmuş kapının içinden geçerek kalabalığın içinde kaybolmuşlardı. Kendine oturacak bir yer bulup sessizce toplantının açılmasını

beklemeye başlamıştı. Toplantının başlayacağını anlayan halk, ayağa kalkarak grubu çılgınca alkışlıyordu ve bu alkışlar içinde insanlar:

“Şair Taldu!” diye bağırıyorlardı.


Şair Taldu’nun konuşmasını yapmak için halkın yerine oturmasını beklediği belliydi, bunu anlayan halk sessizce yerine oturmuştu. Onun konuşmasıyla toplantı başlamıştı.

“Hoş geldiniz dostlarım, burada iki gün boyunca aşkı ve hayatı sorgulayacağız, söz konusu aşk ve hayatsa eğer, her şeyi sorgulamamız gerekir. Biliyorsunuz, tanrılarımızı kapının önünde bıraktık, böylece özgürce her şeyi konuşabiliriz, cezalandırılma korkusu olmadan. Evet dostlarım, bu iki gün boyunca aşkı ve hayatı, kısaca her şeyi sorgulayacağız. Biliyorsunuz ben hayatı çılgınca yaşamak isterim, çılgınlığın olduğu yerde tutarlı olmaya yer yoktur! Kâh aşkı göklere çıkarırım kâh yerlere çalarım, kâh hayata küserim kâh hayatımla sevişirim. Bir şairden tutarlı olmasını beklemek güç, işte bu yüzden sizler benim söylediklerimden çok bu düşünürlerin sözlerini ciddiye alın!”


Şair Taldu, bu son sözünü söyledikten sonra halk gülmeye başlamıştı. Şair Taldu da gülüyordu. Safir’in yanındaki bir adam, yanındaki bayana gülerek:

“Bu adama aşığım!” dediğinde yanındaki bayan da gülerek:

“Ben de...” diyerek adamın söylediklerini onaylamıştı…


Şair Taldu konuşmasına kaldığı yerden devam etti:

“Bir şairin en büyük derdi aşk. İşte bu yüzden aşk hakkındaki fikirlerimi sizinle paylaşarak toplantıya başlayacağım ama unutmayın, bir şairden tutarlı olmasını

beklemek güç. Şair tüm sorularının cevabını aşkta arayan kişidir.”


Bu son sözü söyledikten sonra Şair Taldu bir süre gökyüzüne bakıp sustu, sonra tekrar konuşmaya başladı:

“Tüm aşklar güzel bir rüyayla başlar dostlarım ve bu rüya eninde sonunda bir kâbusa döner ve ne hazindir ki bir kâbustan uyandıktan sonra yeniden bir rüyaya dalmak isteriz… Sonuç mu? Aynı mutlak son, bir kâbus daha, sonra bir kâbus daha ve bir daha... Neyiz biz dostlarım, söyler misiniz? Neyiz biz? Çölün ortasında susuzluktan baktığı her yerde vahayı gören bir çöl bedevisi miyiz? Ne hazindir ki her vahanın yanına gittiğimizde aynı mutlak son, koca bir hüzün. Ya bu yüzlerce serap içinde birisi gerçekse? Ah! Umut, hiç bitmeyen türkümüz… Ama birisi gerçek olmalı, değil mi dostlarım? İnsan suyu bilmeseydi suyu arar mıydı? Söyler misiniz bana bunca serap içinde hangisinin gerçek olduğunu nasıl ayırabiliriz? Rüyayı gerçekten ayıran nedir? Uyanmamız mı? Hiç uyanmayacağımız güzel bir rüyamız olamaz mı? Peki ya hayat, hayatı anlamlı kılan onu bilmiyor olmamız olamaz mı? Bir kelebeğin daha uçarken hangi çiçeğe konacağını bilseydik hayat anlamını yitirir miydi? Evet dostlarım, işte bu yüzden buradayız hayatı ve aşkı sorgulamak için, o zaman başlayalım…