Safir, tüm günün yorgunluğunu üzerinden atmak için

erkenden yatağına uzanmıştı…

Gün çoktan doğmuştu, Safir yorgun ve huzursuzdu,

matarasındaki sudan biraz içtikten sonra kahvaltı yapmadan dışarı çıktı.

Artık bildiği caddelerde ilerliyordu, caddeler bilindikti, bilmediği şey kendisiydi…

Dilencinin yanına geldiğinde dilenci, “Bugün ne yapacaksın?” diye sordu.

Safir:

“Amfiye gideceğim.”

Dilenci:

“Sanırım oraya hiç gitmemeliydim demiştin, şimdi neden gidiyorsun ki?”

Safir:

“Umut, sadece umut! Belki bir filozof yanan şu gönlüme su serpecek bir şeyler söyler! Umut, sadece umut!”

Safir yorgun bedeni üzerinde kendine iyice ağır gelmeye başlayan ruhunu taşıyor gibiydi. Amfinin kapısının

önüne geldiğinde, Şair Taldu’nun rahatsızlığı yüzünden

toplantının iptal edildiğini öğrenmişti.

Böylece erkenden dilencinin evine geri dönmüştü.

Yalnız, yalın, yorgun, huzursuz, mutsuz bir Safir…

Ah, keşke kum saatinin kumları daha hızlı aksaydı da yarınki ezgi yarışmasına katılıp buradan çekip gidebilseydi.

Beklenen günün kum saati hep daha yavaş akardı, Safir

için de bu böyle olmuştu…

Günün kum saati iyice boşalmış, dilenci henüz eve

gelmemişti. Safir yatağında, huzursuzluğunun içinde

kaybolarak uykuya dalmıştı. Sabah olduğunda dilencinin sesi ile uyandı:

“Hadi kalk dostum, bugün senin büyük günün, hadi kalk!”

Yatağından kalktığında dostu çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. Kahvaltı boyunca neredeyse hiç konuşmadılar.

Kahvaltı bittiğinde Safir ayağa kalkarak:

“Hadi gidelim!”

Dilenci:

“Sen git dostum.”

Safir:

“Sen beni dinlemeye gelmeyecek misin?”

Dilenci:

“Hayır!”

Safir:

“İyi ama neden?”

Dilenci:

“Eğer yarışmayı kazanırsan gitmen kolay olsun.”

Safir:

“Hâlâ bana güvenmiyorsun değil mi?”

Dilenci:

“Güvenmediğim kişi sen değilsin! Güvenmediğim kişi,

beş yüz altını kazanan Safir olacak!”

Safir:

“Anlamadım.”

Dilenci:

“Hiç beş yüz altını bir arada gördün mü?”

Safir:

“Hayır.”

Dilenci:

“İnsan daha önce yaşamadığı bir duygu hakkında asla

net konuşmamalıdır dostum. Eline beş yüz altın geçen

Safir ile şu an karşımdaki Safir aynı kişi olmayacak. Daha önce de dediğim gibi, beş yüz altının bozamayacağı yegâne şey, altının kendisidir. Sen şimdi kendi sınavınla baş başasın! Kalbinin altından mı yoksa bakırdan mı olduğunu göreceğiz. Ya da bu kalbin içine ne kadar bakır ne kadar altın karışmış, onu göreceğiz! Hadi şimdi git dostum!”

Safir’e bu sözler çok yabancıydı. Dilenci, Safir ile

Safir’in bilmediği bir dilden konuşmuştu.