Şair Taldu’nun içinde coşan coşku Safir’i de etkilemişti.

Neyzen de şair de coşmuştu. Bu coşku, hizmetçilerden birisinin kapıyı çalmasına kadar sürmüştü. Şair Taldu ile Safir yemek için merdivenlerden inerken şair Taldu’nun yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi…

Enfes bir sofra onları beklerken Safir hayatı boyunca

bu kadar yemeği bir arada hiç görmediğini düşünüyordu.

İçinden bir his, iştahını bastırması ve olabilecek en az yemekle bu sofradan kalkması gerektiğini söylüyordu. Bir tarafı beyaz bir tarafı ise siyah olan masaya otururlarken, güzel hizmetçilerden birisi kadehlere şarap dolduruyordu.

Safir, "Ben içmesem…" deyince şair Taldu, "Burada güzel bir bayanın kadehini geri çevirmek pek de hoş karşılanmaz." diyerek kendine özgü gülümsemesini tüm salona yaymıştı… Safir anlıyordu ki şair Taldu’nun bu coşkun haline kimse karşı gelemezdi. Şair Taldu’da karşısındaki insanı etkileyebilecek tuhaf bir tılsım varmış gibi hissediyordu.


Sofradaki yemekler bir yandan biterken, kadehler ise bir yandan boşalıp boşalıp doluyordu. Hizmetçilerden birisi şair Taldu’nun yanına oturmuştu, bir diğeri ise Safir’in.

Şair Taldu, kendi yanına oturan hizmetçiyi göstererek, "Benim biricik hizmetçim Serap; ben ona, sadık hizmetçim Serap, diyorum. Bugüne kadar beni hiç yüzüstü bırakmadı. Hiçbir hizmetçinin katlanamadığı bu deliye bir Serap katlanabildi…" dedi. Bu iltifatlar karşısında Serap utanmıştı.

Gece ilerliyor, kadehler boşalıp boşalıp doluyordu,

akıl yavaş yavaş uzaklaşıyordu…

Akıl giderken yerini aşkın sarhoşluğuna bıraksaydı,

Safir belki de tüm sorularının cevabını bulabilirdi!

Akıl giderken yerini şehvete bırakmıştı...

Sabah olduğunda Safir ne zaman yatağa girdiğini hatırlamıyordu bile. Yatağında ise dün gece yanında oturan hizmetçi vardı. Bu durum bir yandan canını sıkmıştı bir yandan ise hoşuna gitmişti. Hoşuna giden taraf kazanmıştı...


Uyandığını fark eden hizmetçi, yüzündeki tatlı tebessümle "Günaydın." diyerek yataktan doğrulduğunda, günün ilk ışıkları hizmetçinin vücudunu çok daha güzel gösteriyordu. Safir kalkıp

merdivenlerden aşağıya inerken gözleri ile şair Taldu’yu arıyordu. Kahvaltı masada Safir’i beklerken hizmetçilerden biri, "Şair Taldu erken çıktı, birazdan gelir, kahvaltı sizin için hazırlandı." diyerek Safir’in bardağına çay doldurup gitmişti.

Kahvaltısını bitirmek üzereyken kapının çanı çalmıştı, kapı açılırken şair Taldu’nun coşkun sesi de salonda yayılmıştı…


"Afiyet olsun dostum ve günaydın!"

Böylece Safir ve dostu bir kez daha yan yanaydı. Safir bir müddet düşündükten sonra, biraz da sıkılarak, "Şey, altınları nasıl alabilirim?" diye sordu.

Şair Taldu, "Belediye binasına git, yarışmaya adını yazan görevli sana bu konuda yardım edecektir…" dedi.

Kahvaltısını bitiren Safir, belediye binasına doğru yola koyulmuştu. Belediye binasının önüne geldiğinde, bina artık onun gözünde binayı ilk gördüğü gün kadar büyük değildi. Ya

bina küçülmüştü ya da Safir büyümüştü…

Merdivenlerden çıkıp asık suratlı belediye görevlisinin karşısına geldiğinde, belediye görevlisinin sahtekâr bir gülümseyişle Safir’i karşılaması adeta Safir’in midesini

bulandırmıştı…

Belediye görevlisi:

— Hoş geldiniz, lütfen buyurun, oturun!

Safir:

— Sanırım niçin geldiğimi tahmin edebiliyorsunuz...

Belediye görevlisi:

— Tabii ki, yalnız size kötü bir haberim var, 500 altının 250 adetini bugün alacaksınız, geriye kalan 250 adet için ise yaklaşık bir otuz gün kadar beklemeniz gerekecek. Böyle olmasını biz de istemezdik ama şölenlerde hesaplanandan daha fazla para harcandı ve hazinenin parayı bu tarafa göndermesi için yaklaşık otuz gün beklemeniz gerekecek.


250 altın ile Safir, belediye binasının merdivenlerinden inerken içinde çocuksu bir sevinç vardı. Oysaki bir insanın kendine ait olmayan bu kadar parayı taşırken rahatsız olması gerekirdi!

İçinden bir his dilencinin yanına gitmesi gerektiğini

söylüyordu, bir his ise Taldu’nun yanına gitmesi gerektiğini. Taldu’nun yanına gitmesi gerektiğini söyleyen his kazanmıştı…

Bazen insanın kazandıklarının ölçüsü kaybettiklerinin de ölçüsüdür…


Günler günleri kovalıyordu, Safir’in üzerindeki eski

kıyafetler gitmiş, yerini gösterişli kıyafetler almıştı. İnsan birine verdiği sözün ufak bir parçasını bir kez tutmaz ise geriye kalan büyük kısmını unutması kolay oluyordu. Artık dilenci, Safir için uzaklardan, çok uzaklardan bir anı gibiydi...

Niçin buraya geldiğini unutmuş gibiydi. Hocası artık

onun için uzaklardaki bir ezgi gibiydi, belki de insan

kendini bir kez kirlenmiş hissetti mi sevgilinin merhametine sığınmaktan korkar bir hal alıyordu.

Safir meclislerin aranan adamıydı, bu dost meclisleri

Safir’e niçin burada olduğunu unutturmaya yetmiş de artmıştı bile…

Dost meclislerinden artakalan zamanlarda Safir neyine üflerken şair Taldu şiirlerini yazıyordu. Bu yeni şiirler gençlerin dilinde, Harab şehrinin caddelerinde dilden dile dolaşıyordu…