Yolların tozu dumanı yağan yağmurdan hemen sonra tekrar ortaya çıkmıştı. Güneş kavurucu sıcaklığıyla ortalığı kurutmuştu. Sokakların gürültüsü bir yaşam belirtisi gibi kendisini salmıştı ortalığa. Mahallenin ortak duygusu olan kader birliği birbirini gözetlemek ve haberdar olmak için hiçbir şeyi kaçırmama duygusu ile devreye girip kaldığı yerden devam etmişti yağmurdan sonra. Böyle bir yerde ayıbı saklamak mümkün mü? Utanmamak elde değil saklamaya çalışırken. Mahallenin ortasında gürültü ile giden eski model Toros bir arabanın bagajından ucu dışarı çıkan çeyiz sandığı ayıplı bir mal olması adamın hızlıca arabayı sürüp geçmesi için yeterli bir sebep olmuştu. Ayağını arabanın gazına bastıkça gaz pedalına kızdığını ve kızgınlıktan ayakuçlarına kadar terlediğini fark etmemişti bile. Onun için görünmeden geçmek her şeyden daha önemliydi. Araba hızlanıp yoldaki çukurlara çarptıkça çeyiz sandığına çarpıp kapanan bagajın kapısı adamın tedirginliğini takip eden dedikodu bombardımanı gibi peşinden geliyordu. Bu durumdan kurtulmak için işte arabayı ne kadar hızlı sürdüğünü fark etmiyordu bile. Daracık sokak ortasında normalin üstü bir hız olduğu anlaşılıyordu ki onun için bir yerlere çarpma ihtimalini bile önemsiz kılıyordu. Baba olmak kolay değil toparlamak evin büyüklerine kalır sen büyüksün çöz gibisinden sorumlulukları üzerinde hissetmesi onu daha tetirdin eden içinden çıkılmaz bir haldi. Babalığını günün birinde yüzünü kızartacak bir olayla karşılaştığında göstermek zorunda olmamak için elinde olan her şeyi vermeye razıydı. Hatayı işleyen oğlu dahi olsa ondan nefret ettiğine inanamıyordu bir yandan. Bu hale nasıl geldik deyip başını iki elinin ortasına alıp düşünmeye başladığında iş işten çoktan geçmişti. Bu noktadan sonra bu olayı üzerine yükletilen sorumlulukla halletmek zorundaydı. Oğlunun yaptığı hatanın bedelini kendisinin de ödemek zorunda kalması çok ağrına gidiyordu. Hele oğlunun evliyken böyle bir hataya düşmesini düşününce deliye dönüyordu. Evliyken başkasının hayatında olmanın kötülüğünü baba olarak çeyiz sandığını arabanın bagajında taşıyarak hissediyordu. Karşı tarafın işin ciddiyetini göstermek bir an önce evlilik hazırlıklarına başlamaları ve çeyiz sandığı dolu eşya istemeleri de bundandı. Çeyiz sandığını götürürken olayın üstünü örten bir araç gibi görmemek için elinden geleni yapıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmek bu süreçte yaralanmamak için en iyi tedavi yöntemiydi. Bütün bu duyguları yaşarken hayatının dönüm noktasındaymış gibi hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gitmeyi düşünürken kız tarafının kapısının önünde olduğu gerçeğine inanamıyordu. Oğlunun arzu ve isteklerinden kendisini buralara kadar sürüklenmiş gibi hissediyordu. İçeri girmeye niyetlenince kapıda beliren irice bir adam hemen sağ tarafında hazırda bekleyen kısa boylu tıknaz bir çocuk vardı. Onlarda baba oğul olmalıydı. Kendisine karşı nasıl bir duygu beslediklerini bilmiyordu. Kin mi yoksa baba oğul biraz sonra onu içerde öldürecek kadar nefret mi ediyorlardı. Ne olursa olsun aradaki husumeti bitirmek üzere orada olduğunu unutuyordu. Oğlunun evliyken başka bir kadının günahına girmesini kızın ailesinin kapısına gelince üzerinde bir utanç gibi hissetti. Arabayı istop etti dizlerinden itibaren titreyen ayağını firenden yavaşça kaldırdı. Başını arabanın camından durduğu evin kapısına çevirdiğinde kızın babası ve kardeşinin kendisine doğru geldiği gördü. Artık bagajında taşıdığı çeyiz sandığını indirtip olayı çözmek ve husumeti bitirmek zamanı gelmişti. Arabanın arkasına geçti sağa sola bakmaya bile cesaret edemeden bagajı açtı ve ağırlığı da epeyce olan sandığı indirmeye niyetlendi. Sandığı kucağına aldığında ağırlığın altında şişen yanakları ve kızaran yüzüyle karşısında az evvel kapıda gördüğü iki kişiyi buldu. Yüzü o kadar kızarmıştı ki ağırlığın altında fakat o halde on anları gördükten sonra zorlanmayı unuttu kızaran yüzüyle utanmaya başladı. Utancının altında ezilip kalıyordu sandığın ağrılığı umurunda bile değildi o andan itibaren. Onun yükü ona yetere artar cinstendi. Tüm bu olanları düşünürken hiç beklenmedik bir hamleyle adamın yanındaki oğlu sandığa hızla el attı. Bu durum onun ruhundaki ağırlığı daha da artırıyordu.

-      Buyur buyur şöyle götürün orası çamurlu diye yol gösterdi kızın babası.

Ayakları çamura batmasın diye sandığı güçlükle evin girişine doğru götürdüler. Baba içeri geçip kapının diğer kanadını açtığında evin için dışarıya tamamen açılmış bir dünya gibi belirdi gözüne. İçine girip kaybolama korkusunu ruhunda hissetti bir an. Kapının açılmasıyla sandığı içeri taşımaları bir oldu. Artık dünyanın içine girdi bir kere ya çıkacağım ya da anlayıp yardımcı olacağım onlara diye bir sorumluluk taşıdı kendinde. Sandığı evin girişinde solda kalan küçükçe bir odaya koyduktan sonra salona geçtiler. Adam oğluna yaptığı göz işareti ile kapının kapanma faslı da bittiğine göre artık çay kahve neyse içer kalkarım diye düşünürken ayağının altına hızlıca sokuşturulan bir terliği fark kedince gözleri kaçırıp kızla aynı hizaya geldi. İstenmeyen de olsa evine gelin gidecek kızla göz göze gelmişti.

Hoş geldin baba diye belli belirsiz ama aynı zamanda mecburi karşılık gerektiren bir öz güvenle çıkmıştı ağzından. Söyleyip rahatlamıştı sanki. Artık sorumluluğun gerisi babası olacak olan adamdaydı. Adam yaşadığı durumun zamansızlığını daha hazmedememişken zamansız baba hitabına da alışması o an mümkün değildi. En azından onun meşrebinde bir adam için oldukça zor biri durumdu. Gururuna bu kadar düşkün olan birinin bu zamansız baba deyişini bile gurursuzduk olarak algılaması çok da uzak bir ihtimal değildi. Bu duruma sebep olan oğlunun babası olmaktan utanan adam için baba hitabı hiç hoşuna gitmedi. Duymamış gibi yapıp ayağına getirilen terlikleri düzenleyip ayağının ucuna bir müddet baktıktan sonra başını kaldırdığında herkesin gözü onun üzerinde olduğunu fark etti. Bu sefer başını tavana doğru kaldırıp birkaç saniye göz gezdirdiğinde bu durumdan daha fazla kaçamayacağını anlamıştı. Artık olan olmuş ne yapayım durumunu gözlerini tavandan indirdiği anda kabullendi bile.

-      Gençlerin dileği buymuş bize düşende onu layıkıyla yapmak değil mi efendim dedi birden adam.

Kızın babası bu ani geçişin hızına yetişmek istercesine

-      E tabi yoksa ne yapalım. En güzeli olsun inşallah. İnşallah hep mutlu mesut olsunlar ikisi de. Yuvaları şen olsun. Ben kızımın bir tırnağınım dünyaya değişmem Erdinç abi. Pardon kusura kalma ama abi dedim yaşın benden büyüktür diye. Onu büyüttüm bu yaşa kadar getirdim mutlu olmasını görmekte bugüne nasip oldu Erdinç abi. Allah seni inandırsın seni şu kapıdan elinde ki sandıkla içeriye girer girmez gördüm ya hanım burada şahit dedim hanım gözümüz arkada kalmayacak. Hanım şahit aha yüzü burada sorun. Öyle değil mi hanım.

Karısından gelecek onay cümlesini duymuş varsayarak devam etti konuşmaya. Adam elindeki ürünleri pazarlamaya çalışan ve kalitesini göze sokmaya çalışan satıcı gibi bir misyonla gittikçe sesini yükseltiyordu yükselttikçe şevke geliyordu.

Erdinç zamansız baba hitabından sonra abi lafını duymayı sindirmekle meşguldü. Daha şimdiden eve geçince oğluna bütün bu olanların nedenini nasılını sormayı aklına koymuştu. Hayatında kendisinden bu kadar nefret etmemişti. Aynanın aksından az önce kendisine baba diye hitap edeni gördüğünde dikkatlice baktı. Eline sağlık kahve güzel olmuş, zahmet oldu dedi Erdinç istemsizce. Erdinç’in lafı gibi kendisi de boşlukta kaldı kızdan bir tepki gelmeyince. Erdinç yine ne kusur ettim acaba bana cevap vermedi diye düşünürken babası arkadan kızın omuzuna dokunduktan sonra sesini epey yükselterek eline sağlık diyor dedi. Erdinç duruma anlamlandıramadı bir süre. Neden benimle direk konuşmadı ki sorusunu kalkana kadar aklından çıkarmadı. Kalkmak üzereyken ben bir soğuk su alsam ya kızım dediğinde yine cevap gelmedi babası devreye girdi her zamanki gibi. Erdinç’in isteğini yüksek sesle Sevilay bir soğuk su kızım misafirimize getir diye baba araya girince, her şeyi anlamıştı artık Erdinç. İlk defa ismini o an duyduğu Sevilay’ın kulakları ağır işitiyordu. İçinden bu ayıp değil bir yandan da insan insanı duymaz mı diye içini rahatlatmaya çalışıyordu. Normal olan bir şeyin bir insanda eksik olmasını hiç bu kadar hazmedemediği bir an yaşamamıştı sanki. Bu eksik kalan durumu ayıp mı yoksa olması muhtemel bir şey mi tarafından bakacağına karar veremiyordu. Bu kadar İkilemde kalmışken işin hayrını hiç göremiyordu. Hikâyenin buraya kadar olan kısmında baba oğul tarafından bahsettik. Erdinç kendi deyimiyle kör kütük âşık olup kaçırdığı ve hayatına anlam katan eşini evlendikten sonra daha da çok sevdi. Tuhaf bir sevgisi vardı. En kızgın anında bile sanki suçlu kendisiymiş gibi tepki verirdi karısına. Kim bilir belki bu kadar iyi anlaşmaları Erdinç’in bu kadar anlayışlı olmasına bağlıydı. Böyle bir evliliği yıllardır sevgi yumağıyla sıkıca sarmalayan bir adam olarak bu tanışma faslı onun için hiç iç açıcı bir gün olmamıştı. Toros arabasıyla eve doğru dönerken duymayan kulak üzerine aklına türlü türlü kötü şeyler getiriyordu. Kendisini yargılamakla içini rahatlama arasında gidip geliyordu. Elinde sıkıca kavradığı direksiyon gibi ruhunu bütünüyle kavrayan şeyler yaşıyordu. Sanki o gün hiç bitmeyecekmiş gibi türlü anılarla dolmuştu. Ne yana dönse içinden çıkılmaz bir ruh halindeydi. İnsanın kulağının duymayan halini yanağına pislik akacak şekilde düşünmediği kalmıştı oda oldu. Eve yaklaştığında tüm ışıklar kapalıydı sadece salonda mum ışığı gibi loş bir ışık yanıyordu. Ev terkedilmiş gibi duruyordu. Erdinç ilk defa arabayı bahçeye park ettiği yere park etmeden kapısını kitlemden açık unutmuştu. Bu hiç yaptığı bir şey değildi. Bu durum bile onun akıl sağlığını ne durumda olduğunu gösteriyordu. Çok abartılı bir tespit değil çünkü en kızgın anında bile soğukkanlılığını koruyan biri için hiç alışkın bir durum değildi. Eve geldiğinde oğlu ve eşi salonda oturmuş düşünceli bir şekilde bekliyorlardı. Hiçbir şey söylemeden odasına geçmeye niyetlendi. Başını önüne eğip odasına doğru yürürken başını istemsizce oğluna doğru çevirmiş bulundu. Dönmesiyle oğlu ile göz göze gelmesi bir oldu. Oğlu babasının gözünde olayı nihayete erdirmiş bir bakış ararken baba günün tüm sinirini haykırdı oğluna doğru.

-      Hadi gözün görmez kulağın da mı duymaz. Salak mısın sen. Yazıklar olsun bunca yıl sana söylediğim her şey bir kulağından girip diğerinden çıkmış. Benim senin gibi oğlum yok artık. Benim Erhan diye bir oğlum yok artık. Sus hanım ses karışma. Bir de acıma buna şimdi. Ne halt etiyse kendisi uğraşacak. Hani eşin nerde senin nerde ulan karın. Gitti değil mi. Gider tabi senin gibi uçkur düşkününü ne yapsın. Rezil ettin bizi. Şimdi kızcağızın ailesine ne diyeceğim. Ne diyeceğim Erhan Efendi. Sana yuva kurduğuma bin pişman ettin beni helal olsun. Ben ne yapacağım. Hadi buyur bakayım. Hadi çık işin içinden çıkabilirsen.

Ortalığa ölüm sessizliği çökmüştü Erdinç’in oğluna kustuğu öfkesinden sonra. Bir an önce yıkanıp gömülmesi gereken bir ceset gibi duruyordu mesele bünyesinde. Odasının girişinde oturdu, bir süre sessizce başını önüne eğip düşündü. Birkaç dakika sürdü bu sessizlik. Erdinç sabaha kadar susmak üzere dalmışken karısı ölümden önceki son nefes gibi can havliyle konuşmaya niyetlendi. Bir yandan Erdinç’in sağlık durumundan da korkarak bir yandan olan oldu olayı çözmemiz lazım dediğinde Erhan için bağırmak için fırsat oldu. Annesinden hiç beklenmedik bir çıkıştı. Hele babasına karşı bu çıkışına ilk defa şahit olmuştu. Bu aslında oğlu için yanan yüreğinin sesiydi. Bunu söndürmek için elinden gelen her şeyi yapmaya hazır duruyordu Erdinç’in bitkin hali karışasında. Hatta onu karşısına alma pahasına da olsa gözü dönmüştü. Anne oğlunu bataklıktan kurtaran bir kurtarıcı edasıyla konuşmaya diretirken Erdinç karısını karşısında suçluyu savunan bir avukat gibi gördü bir an. Ağzından çıkan en kötü bir kelime için bile bir sorumluluk hissetmiyordu. Ne dese haklı olacağım duygusuyla yaşadıklarını ve gördüğü her şeyi bir çırpıda anlatı Erhan’ın yanında karısına. En son kulağı duyamayan bir kız aldı beyimiz deyince ağzından çıkan laf arsında hiç anlaşılmadı bile. Erhan’ın da annesinin de o kadar söz dalaşından sonra arada kaynayıp giden ama Erhan’ın içini rahatlatan en son söz olmuştu. Saklı kalmış bir gerçeği tekrar tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmak isteyen bir hâkim edasıyla.

-      Size söylüyorum duymadınız mı beni. Kızın kulakları duymuyor. Gör bak oğluna hanım. Ne diyeceksin karına çok merak ediyorum. Yazık değil mi gül gibi karına. Neyin eksikti de gittin bu belaya bulaştırdın bizi.

Yine bir sessizlik dağıldı gecenin bir vaktinde. Kabullenme hali bu sessizlikle bütün bünyelerine sirayet etti gece boyunca. Sindire sindire üstüne tartışıp ikna olmak içindi onca kargaşa sanki. Oysa Erdinç evlatlıktan reddetmek için eşikten adımını atmıştı. Ertesi gün Erdinç gün içinde müstakbel gelinimiz Sevilay Hanım gelecekler lafı birkaç defa duyulur bir şey oldu. Hatta o gün Sevilay içeriye girdiğinde de Erhan’ın uzaktan duyduğu bir hakaretin tekrarıydı. Karısına nasıl olsa duymuyor sen merak etme rahatlığıyla söyleyince onu tanıyanlar için çok şaşırılacak bir ruh haliydi. Karısının da zoruna giden Erdinç’in bu rahatlık evresine geçişiydi.  Sevilay’ın duymadığı diğer ev halkının da duymazdan geleceği bir hakaret cümlesi ağzında sakız olmuştu. Sevilay her sabah bıkmadan ona süt kaynatıp kahvaltı hazırladığı halde ruhunda en ufak bir yumuşama olmamıştı. Bayram ziyareti için ailesine gittiğinde annesinin sekiz ay sonra alışıp seni kendi kızları gibi sevecekler demesinden sonra dayanmaya çalışmıştı. Bir yıl geçtiği halde hiçbir değişiklik yoktu ona karşı tavırlarında. Evde sanki o yokmuş gibi davranılıyordu. Daha doğrusu bu sadece Erdinç için geçerliydi. Merhameti vicdanı olan bu adamın huzur dolu halinden eser kalmamıştı. Erdinç evin bütün sorumluklarını oğluna yükleyip gün içinde kahveye uğramayı alışkanlık edinmişti. Bu oğluna karşı bir öfke göstergesiydi. Akşam eve geldiğinde çoğu zaman yemekten hemen sonra yatıyordu. Kendince huzurlu alanlarını bulmaya çalışıyordu. Ama şimdilik kaçarak inşa etmeye çalışıyordu. Kaçtıkça yüzleşmediğini düşünüyordu. Erhan da akşam işten eve geldiğinde ilk defa evin tüm sorumluluğunu alan biri olarak takdir edilmek istese de bir zamandan sonra vazgeçti. Sadece huzurla yatağına geçip uyumak bile onun için en güzel ödüldü. Karısından boşanma evresinde bu yorgunluğu da eklenince acıyı daha az duyar olmuştu. Acı çekecek vakit bulamıyordu. Oda babası gibi kaçıyordu ama çalışarak. Boşandığı eski karısından maddi manevi bağlarını koparıp yeni evliliğine alışmaya çalışıyordu. Annesi de evdeki bu vaziyetin daha büyümemesi için kendince çırpındığı günler bir bir geçiyordu. Koca bir yılı annesi çeyiz sandığına bakınca anımsadı. Ne badireler atlattık diye düşünürken ailesine daha da sıkı tutunması gerektiğini kendisine hatırlatıyordu. Zamanın hızını bu kadar ıskalayacağını hiç düşünmemişti. Bu gerçeklikle yüzleştikçe neydik ne olduk duygusuyla kocası ile olan evliliğini de sorguluyordu. Eskisi gibi değillerdi çünkü. Her tartışma anında susan sakin adamın içinden bir canavar çıkmıştı sanki. Bu kızgın öfkeli hali sanki ortalığa çıkmak için bu badireyi bekliyordu. Kimse kimseye dokunmadan olduğu gibi yaşıyordu. Dokunsan yıkılacak bir şeylerin olması duygusu herkese sirayet etmişti. Artık herkes kendine ait dünyasında mutlu olmaya çalışıyordu. Uzun kış gecelerinde loş ışığın altında herkesin kendi âleminde olduğu anlarda Sevilay da köşede oturup bir şeylerle uğraşırdı sürekli. Sobanın yandığı odanın en kuytu köşesinde kendince bir dünya edinmişti boş vakitlerinde. Sobanın gölgesinde kalan yüzü duygudan duyguya geçen değişimiyle hiç dikkat çekmiyordu ki Sevilay da bunu istiyordu zaten. Hiç görülmemek üzere o köşede kalmak. Bunu yarı korku yarı huzur halinde başarabiliyordu. Elindeki, kâğıtlara daldığında üç defa Sevilay diye seslenmesinden kâbustan uyanırcasına korkarak tepki veriyordu. Bu gerçekle yüzleşmemek için gözü bir yandan da ev halkının üstündeydi. Hele ki babasının ağzında çıkacak çay dök lafını bütün bünyesiyle bekliyordu. Bazen bu bekleyişi hiç gözünü kırpmadan keyifli bir halde devam ediyordu dakikalarca. Baktığı yerden gözünü ayırmadan durması onun için bir meşgale haline gelmişti. Fark ettirmeden izlemeyi hem de hiç usanmadan izlemeyi şatırlar ona nasıl keyifli hale getirdi. Bu biraz Sevilay’ın olağanüstü yeteneğinin sayesinde kolaylaşmamıştı. Uzun kış gecelerinde sobanın gölgesinde kalan varlığıyla Sevilay baktığı gördüğü her şeyi karakalemle çimişti, bunca zamandır. Duymadığı şeylerin eksikliği gördüğü şeylerde toplanmıştı. Çaydanlığın sobanın ateşinde fokurdayan hali Erhan’ın bitkin bir şekilde yığılıp yatması ve Erdinç’in bunca yıllık birikmiş ruh halini hemen her şeyi gördüğü her şeyi çizmişti önünde tuttuğu beyaz kâğıda. Ev halkının sesi onun elinde bir anlam bulmuştu. Daha çok duymak istediği gerçekliklerin varlığıydı kara kalem halinde onun elinde duran. Ve eksik duymanın onların içini gören bir sonuçla birleştirmek ortaya bir yetenek çıkartmıştı. Bu yeteneğini ilk defa Erdinç’in hayatını kolaylaştırarak göstermişti. Yıllardır kullandığı arabasının motorunu sökerken hangi malzemeyi nereye koyacağını bilmez bir şekilde kara kara düşünürken salonun camından perdenin arkasında onu izleyen Sevilay kurtarmıştı. En ufak vidanın bile yerini hatırlar tavrını babasına yardımcı olma isteğiyle de birleştirince çok mutlu olmuştu o gün. İlk defa işe yara bir şey yapmıştı sanki. Üstelik evin her türlü işlerine koşan ve yardımcı olan biri olarak bu huzuru ilk defa tatmıştı. Bu huzuru Erdinç’in yüzündeki şaşkınlığı görünce daha da artmıştı. Ömrü boyunca unutamayacağı bir şey yaşamıştı o gün motorun parçalarını yerli yerine yerleştiren çabasıyla. Gördüğü her şeyi nefes gibi sonradan kendisine can verir gibi takip ettiğini işte o gün fark etti. Duyamadıklarının eksikliğini görmekle tamamlıyordu. Motorun eksik parçalarını tamamlamak bunca yıldır eksik kalmışlığın yanında çocuk oyuncağı gibi gelmişti ona. Hayatın yükünü bu şekilde üstünden atmaya karar vermişti. Hayatın dışında bir uğraştı sanki onun için. Hayata dair eksikliğini duyma eksikliğinden biliyordu bunca yıldır. Görüp çizdikçe duyamadıklarının üstesinden geliyordu ancak. Yetenek en çok ta eksiklerimizden mi besleniyor acaba dedirtecek kadar tuhaf bir gelişimle kendini gösteriyordu Sevilay’ın hayatında. Eliyle gözünü birleştiren maharetini özelikle evlendikten sonraki hayatına borçluydu. Erhan babasının deyimiyle ilk karısının üstüne nasıl gül kokladığını başta kendisi de anlamıyordu. İlk başlarda karısından başkasına bakma durumundan çok onunla mutlu olamayışını takıyordu kafasına. Aldatma ihtimalinden çok onunla yaşadığı sıkıntısının onda yarattığı duygularla ilgileniyordu. Babasının aile dostu olarak istediği kızı Erhan kendi iradesine el konmak olarak yıllar sonra algıladı. Beş yıl sonra böylesi bir isteksizlikle suskun kalmanın acısını babasından çıkarmış bulundu. İlk evliliğinden sıkıntı adına bir şeyler yaşayacağını hiç tahayyül etmedi Erhan. Tıpkı sırf babasının dostu diye onun kızıyla evleneceğini tahayyül etmediği gibi. İki aile arasındaki torun özlemini Erhan gidermeye pek niyetli olmadığını hissettiği anda ufaktan sıkıntıların yaşandığı en azından karısı anlamıştı. Bu sorunu karışıyla açık açık konuşmadığı için daha bir çıkılmaz hale geldi. Sır küpü gibi sessiz kalıyordu karısının karşısında. Bu her çocuk konusu açıldığında böyleydi. Sadece sustu ve günün birinde yolar sonra başka biriyle yani Sevilay’la gönül ilişkisi yaşamaya başladı. Sokaktan geçerken bahçede çamaşır asan Sevilay’ı gördüğü anda ertesi gün yine bakmakla yanıp tutuştuğu bir alışkanlık haline geldi. İki hafta devam etmişti bu çabası. Hatta iki hafta sonra yine bahçenin önünden geçerken göremediğinde bayağı üzülmüştü. Her baktığında aynı saate bahçede bir şeyler yapma bahanesi ile çıkan Sevilay’ı görmemeyi kabullenemiyordu. Neyse ki kaldıkları yerden devam etmişti kaçamak bakışları kaldığı yerden. Sevilay’ın Kısa vadeli kaybından sonra Erhan artık bu işin adını koymakla karalıydı. Beyaz kâğıda yazdığı şiiri, bahçenin içine fırlattığında ertesi gün buluşmaları için güzel bir istek doğurmuştu ikisinin içine. İlk defa birkaç dakika da olsa yakından karşılaştıkları andan sonra Erhan artık eşinden ayrılma kararını babası evde yokken zor bela söyledi. Kadın Erhan’ın ayrılma kararından sonra evi terk etti. İşlerin bir anda hızlı ilerlemesiyle birkaç saat sonra babasının kulağına da gitti. Annesi olayın şokunu atlatmadan babasının eve gelip bağırıp çağırmasıyla iyice ağızlarının tadını kaçırmıştı. Erdinç bütün bu olanları düşünürken Sevilay’ın bütün ailenin içinde olduğu karakalem çizimine bakıyordu. Salona gidip ceketini alırken fark etmişti masanın üstündeki resmi. Herkesin yüzünde gülücükler saçılıyordu resimde. Sevilay’ın kim bilir hangi zaman aralığında sobanın yanında yaptığı en güzel emeklerinden biriydi. Resim çok özenle yapılmış etrafına da ahşaptan çerçeve yapılmış bir vaziyette masanın üstünde öylece duruyordu. Erdinç eşsiz bir sanat eserine bakıyor gibi gözünü alamıyordu. Ertesi sabah gün ağardığında Erdinç erkenden kalkıp üstünü başını giyinmişti. Herkesin uyandığından emin olduktan sonra mutfağa gidip su içerek bir yandan da mutlu halini belli etmemeye çalışıyordu. Hanım hadi toparlanın arabamızla ailecek pikniğe gidelim dememek için kendini zor tutuyordu.