Bazen sadece bir "dayanamıyorum" sözü bile beni tanımlamaya yetiyor: Dayanamayan adam!

Herhangi bir şarkının herhangi bir yerinde herhangi birisi herhangi bir sebepten herhangi bir şeye dayanamıyor ve ben hemen atlıyorum olayın öznesi olmak için.


Bir gün bir deprem oluyor, her yer yıkılıyor, insan yıkılıyor, insanlık yıkılıyor. Bir kız çocuğu haykırıyor:

—Baba, sanırım burada öleceğim! Babaaaa!

diyor ve ben dayanamıyorum. Dayanamıyorum herhangi bir minik kız çocuğunun "sanırım öleceğim" diyecek kadar çaresiz ve kimsesiz hissetmesine.

Yalnız hissetmemek için annesinin telefonundan kendisine "seni seviyorum" mesajı atıp, kendi attığı mesajı okumaya ihtiyaç duyacak kadar bir başına hissetmesine dayanamıyorum.

Deprem sonrası kaybolan, bulunamayan, cesedine dahi ulaşılamayan yüzlerce çocuğun şu an nerede neler yaşıyor olabileceğini bilememeye, hangi hoyrat ellerin onlara dokunuyor olabileceğini düşünmeye dayanamıyorum.


Gezegenin ciğerleri yanarken, koruma görevi üstlenenler tarafından yakılırken, binlerce can kül olurken, tüm yeşiller griye dönerken; ben de kendi ciğerlerimi yakıyorum elimden düşmeyen sigaramla, çünkü ben buna dayanamıyorum.


Yoksulun zenginin ayağını ovmasına, çöpünü almasına, bokunu temizlemesine dayanamıyorum.

Varlıklının arsızlığına, yoksulun şükürcülüğüne ve kralcılığına dayanamıyorum.

Zalimlerin gücüne, masumların miskinliğine dayanamıyorum.

Ağız dolusu tükürmek istiyorum yüzüne "celladın, fırsatçının, fesatçının, hayının..."

Tükürememeye dayanamıyorum.


Sıklıkla gerçekten de dayanamıyorum. Ama hayret! Ama heyhat! Nasıl da hâlâ dayanabiliyorum? Sahi, nasıl hâlâ dayanabiliyoruz?


Beni ısrarla ayakta tutmaya çalışan tüm ellere sesleniyorum: Tüm bunlara hâlâ dayanabiliyor olmama dayanamıyorum. Ve bazen yapacağınız en büyük iyilik, vakti geldiğinde bırakabilmektir.