Her sabah uykumu bölerek beni çileden çıkartan sesini detone olmuş bir şarkıcı sesine benzettiğim annemin '’kahvaltı hazıııır!” cümlesi bu sabah kulaklarımda çınlamamıştı.Bu sesi duymayınca güzelim uykumun bölünmeyeceğini düşünmekle hata etmişim anlaşılan. Oflayıp puflayarak dürüm gibi içine sarıldığım, abartmıyorum benden iki kat daha ağır battaniyemden uyku sersemliğiyle kurtulmaya çalışırken birden burnuma her yıl kış aylarında bu yıkık dökük izbe gecekondudan eksik olmayan rutubet ve is kokusu geliverdi. Ah dedim yine kendi kendime şu lanet evden de işten de kurtulamadım gitti.

’'Allahım, sen söyle ne zaman bitecek benim çilem?”


Sızlanmalarım daha bitmemişti ki annem zaten aralıklı olan kapıyı ayağıyla açıverdi. Yağlanmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğüm, beyaz renk olduğu dikkatli bakınca bile anlaşılmayacak olan, yarı cam yarı ahşap kapı duvara çarpıncaya kadar en az anneminki kadar sinir bozucu bir ses çıkardı. Hiçbir şey söylemeden kaşlarını çatarak kapıda dikilmesi beni yataktan tek seferde kaldırmaya yetti.

Ranzamın boru şeklindeki demirine geçirdiğim lastik tokamı nereye koyduğumu unutarak aramaya başladım, bir yandan da ellerimle saçlarımı bağlayacakmış gibi topladım. Ranzamın demiriyle aynı renk olan tokam kamufle olduğundan orda olduğunu fark etmek biraz vaktimi aldı. Her gün işe giderken giydiğim, nefret derecesinde sevmediğim kıyafetlerimi giydim ve nihayet odadan çıktım.


Odadan çıkmamla abimin salonla bir olan dış kapıdan; burnu kızarmış ve saçlarının arasına küçük kar taneleri karışmış, elinde her sabah olduğu gibi iki somun ve bir de bozdolabı poşetine konulmuş bakkaldan açık olarak aldığımız iki liralık kıvırcık zeytin vardı. Zeytin poşetini masaya fırlatıp, somunları sobanın üzerine atıp avuç içlerini sobaya doğru tutarak ısınmaya çalıştıktan ve burnunu mide bulandırıcı bir şekilde çektikten sonra -ki bunu her sabah yapardı- dün gece seslerini işittiğim ancak uykumdan uyanmaya değer bulmadığım sokaktan gelen sesler hakkında konuşmaya başladı:


-Meğer dün gece kıyamet kopmuş da haberimiz yokmuş, dedi. Bir yandan somundan bir parça ağzına atıp, yanmasınlar diye çevirip ellerini ovuşturuyor; bir yandan ısınmaya çalışıp aynı umursamaz tavırlarla dün gece ne olduğundan bahsediyordu. Annem kalan kahvaltılıkları kısa çizgiler hâlinde delikler açılmış hatta neredeyse kevgire dönmüş naylon masa örtüsüne indirip bir yandan da pürdikkat abimi dinlerken ben de yüzümü yıkadıktan sonra ısınmak için sobanın yanına geçtim.


-Söylesene be artık ne olmuş dün gece, o sesler neydi öyle, ben baktım ama sokak lambası yine patlamış o zifiri karanlıkta bir şey göremedim yatağa girip tam uykuya dalınca da siren sesleri geldi ama tekrar kalkmadım, dedi annem çayı da masaya indirdikten sonra.


-Şu bizim çaprazdaki ev yok mu inşaatın yanındaki...

-Gülaylara mı gelmiş ambulans yaşlı kaynanası vardı ona mı bir şey olmuş?

-Yok be anne, inşaatın diğer yanındaki evde alkolik, kılıksızın teki bir adam vardı ya yeğeni miydi neydi bir çocukla kalıyordu.


Kimden bahsettiğini epey düşündükten sonra anlamıştım. Bahsettiği adamla yeğeni bu sokağa ben okulu bırakmadan iki yıl önce taşınmışlar hatta yeğeni ile. İsmini hatırlayamıyorum, bir yıl aynı sınıfta okumuştuk, şu an lise ikiye gitmesi gerekiyordu tabii kalmadıysa ya da okulu bırakmadıysa. Kimden bahsettiğini anlamıştım da ne olduğunu merak etmiştim. Annem söze girdi:


-Ee ne olmuş adam içip sapkınlık mı yapmış?

-Daha fenası.

-Oğlum çatlatmasana insanı, anlat şunu doğru düzgün.

-Adam içip eve gelmiş, yeğeniyle tartışmışlar çocuk niye içiyorsun diyince adam da o şarhoş kafayla itmiş çocuğu kafası cam sehpanın köşesine çarpmış, oracıkta ölmüş. Bakkalda konuşurlarken duydum; adam polisi, ambulansı aramış gözünden bir damla yaş bile akmadan öylece beklemiş. Vicdansız herif.


Annem de ben de donduk kaldık. Az önce ağzıma attığım ekmek boğazıma dizildi sanki hiçbir şey söyleyemedim. Çok kısa bir süre aynı sınıftaydık. Okula ilk geldiğinde eski yamalı kıyafetlerine ve poşetten okul çantasına bakıp sınıfta benden daha fakir biri var diye sevindiğimi hatırlıyorum, hatırlar hatırlamaz utancımdan yüzüme ateşlerin basıp, içimin burkulduğunu hissederek. Evlerimiz aynı sokakta olmasına rağmen okula birlikte gitmeyi bırak bir kere bile sohbet etmemiştik, zaten hiç konuşmazdı. Yalnızca bir kere öğretmenin büyüyünce ne olacaksın sorusuna balıkçı olmak istediği cevabını verince bütün sınıfın ona güldüğünü hatırlıyorum. Sınıfın ona gülmesinden utandığından öğretmen gülerek ‘'Niye balıkçı olmak istiyorsun sen?’' diyince ilk seferinden daha da kısılmış sesiyle balık yemek için demişti. Muhtemelen amcası ya da dayısı olacak adam çocukcağıza bir kere balık yedirmemişti. Annemle abim çocuğun durumuna üzülmüş, sessiz sedasız yemeğe gömülmüşken ben hâlâ aynı sıraları paylaştığım sınıf arkadaşımın ismini hatırlamamanın sinir bozukluğunu yaşıyordum. Düşününce ne kadar da yazık olmuştu çocuğa. O zamanlar sınıfta kimseyle konuşmazdı, mahallede dışarı çıkıp bizler gibi oyun oynadığını da görmezdim. O cani akrabası küçükken de eziyet eder miydi acaba ona? Peki ya anne ve babasına ne olmuştu, ne diye o adamın eline bırakmışlardı şu kadarcık çocuğu?Acaba zavallı sınıf arkadaşımın canı ölmeden önce çok acımış mıdır? Belki de okuldan sonra arkadaşları olmuştur ya da istediği gibi balıkçılık yapmıştır.

Birden kendi kendime böldüm düşüncelerimi, kendime kızdım aslında. O zaman hikayesini merak etmediğim, varlığını umursamadığım o yalnız utangaç, adını bile hatırlayamadığım çocuğun bugün ölmesine içerlemiştim. Buna hakkım olmadığını düşündüm. Her hücremde vicdan azabını hissettim. Belki de onun ölmesine üzülmekten çok nasıl bu kadar umursamaz ve bencil olabildiğime kızıyordum.


Hem bu zamana kadar neden onu merak etmeyip konuşmadığımı düşünüyor hem de arkadaşım olmayan dahası adını bile hatırlayamadığım bu çocuğa neden bu kadar üzüldüğüme anlam veremiyorken annem "Hadi kalk, işe geç kalacaksın!" diyerek dürttü.

Montumu ve ayakkabılarımı bir çırpıda giyip kendimi evden dışarı attım. Yolda giderken evlerinin önünden geçtim. İlk defa bu evin onların evi olduğunun bilincinde olarak. Onların evinden sonra sokaktaki diğer evlere baktım, inceledim; yere dökülmüş kan lekelerini görmezden gelmeye çalışarak.

Kim bilir birbirinden habersiz kaç hayat yaşanıyor bu evlerde, hepimiz kendi derdimizde...