ben bu hasretin yangınında öğrendim 

yalnızlığın iklimlerini 

babam bir köşede tütün sararken 

iki tahta basamağın dibinde uyurdum

kapılar devrilirdi üstüme 

herkesin bir gün mutlaka 

çıkıp gittiği kapılar 


ben bu karanlığın ayazında öğrendim 

yalnızlığın iklimlerini 

bağların bozumunda ayaklarım kan olurdu

perdesiz düşlerin ayıplarında 

kirpiksiz göz kapaklarıma 

umutlar değerdi 

herkesin bir gün mutlaka 

yitirdiği umutlar


ben bu hayallerin kırıklığında öğrendim 

yalnızlığın iklimlerini 

kâbusların ahına sarılırdım 

yüzümün kesiklerine kavgalar çizip 

peşime düşmüş uykulara 

yollar olurdum ıssız 

herkesin bir gün mutlaka

kaybolacağı yollar


...

ve gökten usulca damlayan 

fürade yağmurları 

lüzumsuz gamların sofrasına 

bir yıldız gibi düştü 


ben bu yıldızların akmerinde

toprağına kıvrandım

bıraktım gerisinde çiçekleri

unuttum iklimleri.