Güneşin altın sırmalarını bu serin bahar gününde mavilerinde konuk etmiş gökyüzü, şehri selamlıyordu. Bucaksız göklerin mavilerinden istifade etmiş denizlerin sarmaladığı aziz İstanbul’un güzelliği her insanına da işlemiş miydi? Tek şikayeti,bitişiyle bahçeye çıkıp oynayacağı oyunun heyecanı ile bitmek bilmeyen ders olan çocuklar ile dünyanın acımasız düzenini henüz erken tatmış, elinde çalgısı belki mendili ile bizce üç beş kuruş için sokaklarda dolaşan yaşıt çocuklar aynı şehirde iken... muamma.

Hortumu eskiliği ile griye çalan, siyah tuşlumelodikası elinde, sanki yoksulluğunu dillendirmeye can atıyormuşçasına yıpranmış kıyafetleri ile kalabalık sokaklarda bazen duvar köşelerine oturup, önüne plastik tabağını alarak dolaşıyordu küçük bir oğlan çocuğu. Kahverengi saçlarının perçemi esmer alnına uzanmış, ela gözlerini gölgeliyordu. Cadde oldukça kalabalıktı. Ayaklandı ve henüz melodisiniçalmaya fırsat bulamamışken iç geçirerek ara bir sokağa ilerledi. Buraları pek iyi bilirdi. Şimdi de denize aşırı sokaklardan birindeydi. Sahile inmek ve oradaki insanlara birkaç şey çalabilme umuduyla adımlarını ilerletiyordu. Sahil pek kalabalık sayılmazdı. Balık tutan adamlar; daima imrendiği renk cümbüşü gibi uçurtmalarını uçuran şanslı çocuklar ile banklarda oturmuş insanlar gözüne çarptı. Denizin karşısına, boş bulduğu banka oturdu. Siyahmelodikayıkucağına alarak mavileri ela gözlerine yansıttı.Melodikanıneski hortumunu iki ince dudağı arasına nazikçe yerleştirdikten sonra ufak parmaklarını siyah beyaz tuşlar üzerinde konumlandırdı. Aklına gelen ilk notaları çalmaya başladı. Bu kez kendisi içinçalıyordu. Yahut belki şimdi gözlerini selamlayan maviler için. Çok geçmeden yanında bir soluk hissetti. Ah bir de keskin ve tuzlu deniz kokusu. Sarı yağmurluğunu bu parlak bahar gününde dahi üzerine geçirmiş, sakallarının griye çalan renginden mütevellittir ki yaşlı olduğu tahmin edilebilen balıkçı adam, bu güzel oğlan çocuğunu dinlemeye tenezzül etmiş, yanına koyduğu beyaz kovası içinde yüzen balıklarını da müziğe ortak etmekten çekinmemişti. Çocuğun bakışlarını takip eden dikkatinin de kendisine kaymakta olduğunu fark etmiş olacak ki ihtiyar balıkçı usulca “Devam et, evladım.” Diyerek çocuğu yönlendirdi. Oğlan devam etti, birkaç dakika sonra notaların soluğu kesildi. İhtiyar gülümsedi, elini ufaklığın omzuna atarak “Ne güzel çalıyorsun evladım!” diyerek tebessümünü sürdürdü. Çocuk üzüntüyle başını iki yana sallayarak, “Hayır” dedi, “Eğer güzel çalsaydım bunca insandan birinin beni dinlemeye vakti olur, belki birkaç liram olurdu." Yaşlı balıkçının sarıceketine tezat kahverengi gözleri daha da koyulaştı. Tebessümü yerini derinliğe bıraktı ve bakışlarını mavilerine çevirerek konuştu: “Oğlum” dedi, “Dünya budur. Güzel olanı gizler, güzeli arayan görür ancak. Güzeli de yakışanına verir, mukayyet olacak olana. Bunca insan, maddiyatından harici neye ihtiyacı olduğunu bilemediğinden güzeli de aramaz. Allah ise güzeli çaba ile var eder. Sen çaloğlum, bırak şehir sağırolsun. Sen çal, bırak beşerin ruhu körpe olsun. Allah sana hakkını verecektir.” Küçük çocuk, bir kez daha emanet etmek istedi balıkçının sözleri üzerine Allah’a kendisini, denizi seyre daldı. İhtiyar elini uzatıp beyaz balık kovasını kavradı, çocuğa uzattı. Bu defa denizin coşkun mavileri oğlanın gözlerinde yaşam bulmuştu. İhtiyarın elini öptü ve sarıldı, minnet ile teşekkür etti.Henüz hala canından vazgeçmemiş balıkların hareketlendirdiği kovayı elinde taşıyaraktan akşam annesine verecek yemeği olduğu için sevinçliydi.

Güzeli aramaktan aciz şehir, az evvel işitemediği senfoniler gibi, bu ufak çocuğun neşesini de duyamamıştı. Artık gri oluvermiş şehrin, mavi kırıntılarına sığdırılmış mutluluğuna şahit olamayacak kadar kör olmaları, bu umut dolu çocuğun varlığından çalamamıştı.

SUEDA ÖZTÜRK