Sahip olduklarımdan çok sahip olamadıklarımla ilgileniyorum hep. Elimdeyken değerini bilemediğim şeylerin esiri oluyorum çoğu zaman. Bana özgü bir durum olmadığını da elbet farkındayım, insan yapısı gereği sahip olamadıklarını, kaybettiklerini daha çok ister. Belli bir zihinsel olgunluğa, kişisel farkındalığa ulaşabilenler ancak ve ancak elindekilerinin değerini bilir, kaybettiklerini geri getiremeyeceklerini farkındadırlar ve sahip olamadıkları şey onlar için pek de mühim değildir. Bu aslında bir döngü gibi, insan sahip olduklarını benimsedikten sonra sahip olamadıklarının bir önemi kalmıyor. Tam da bu noktada, insan neden sahip olduğu şeyin değerini bilmez meselesini biraz daha açmak istiyorum. Bir ailenin içine doğarız genellikle, bir baba bir anne bazen de bir kardeş. Bunlar aslında hayatın bize verdiği, hiç de uğraşmadan elde ettiğimiz sahipliklerdir. Ancak zaman içinde hayatın bize verdiği bu sahipliklerden bir şeyler alabilmeyi bekleriz, sevgi bu beklentilerin başlıcasıdır. Eğer ki alabilirsek, sevgi de hayatın bize verdiği uğraşsız sahipliklerin içine girer. Daha sonra bir birey olarak hayata atılırız, süreç içinde kaybettiğimiz bir sahiplik olursa işte o zaman varoluşundaki değerinin çok üstüne çıkar bu sahiplik. Örneğin bir babaysa kaybedilen neleri kaybettiğimizi varoluşun yokoluşundan sonra anlarız ancak. Veya birey olarak ötekilerle ettiğimiz temaslarda ailemizin bize verdiği sevgiyi bulamazsak koşulsuz olan sevginin çok da kolay elde edilemediğini anlarız. Tabii ki bütün bunlar ideal bir aile düzeninde gerçekleşen sahiplik durumları. Bir de sevgisiz büyümüş bireyler ve hatta bireylerin erken yaşta doğal veya yapay olarak terk edilişleri durum var. Böyle bir durumda sevgi insana verilmediği için, birey hayatı boyunca bu sevginin arayıcısı olacaktır. Ötekilerle olan karşılaşmalarında o sevgiyi alabilmek için her şeyi yapacaktır. Sevgi nedir bilmediği için bunu hep yanlış yerde, yanlış şekillerde arayacaktır, hatta aradığının sevgi olduğunu farkında bile olmayacaktır. Kimseye sevgi gösteremeyecek, sevgiden yoksun bir şekilde büyüyecektir. Çünkü sevgi sahip olunamayacak bir nesne olarak ona kazınmıştır. İşte bütün bunları ele aldığımızda, birey zihinsel özgürlüğünü kazandığı noktada bütün sahip oluşlarını tartmak, sahip olamadıklarını farkına varmak ve kaybettiklerini de görmek için uğraşmalıdır. Bu da çok zorlu bir kişisel farkındalık sürecini ortaya çıkarır. Ben de henüz sahip olduklarımdan çok sahip olmadıklarımla ilgilendiğimi farkına vardığım noktadayım. Zannediyorum ki bir zihinsel dönüşümün ilk ve en kritik basamağındayım.