Dunkirk’ü izledim. Yalnızlıktan -eve dönüp- Savaş Pilotu’nu okumaya başlamalıyım, diyerek çıktım.


Saint-Exupery’nin “Savaş Pilotu”, kitapları satın aldığım tarihleri ilk sayfaya not ettiğim zamanlardan. 2013 yazıyor. 11 sene önce kitabı almış, okumaya başlamış fakat yarıda bırakmışım. O zamanlar kitapta işaretlediğim yerler ve şimdi işaretlediğim yerler arasında öyle farklar var ki, büyüdüğümün, dünyayı falan belki biraz daha iyi anladığımın ya da anlayamıyor olmakla barıştığımın iyi bir göstergesi gibi gözüktü bana bu farklar.


Saint-Exupery’nin bir Fransız varoluşçusu gibi hayat şöyledir, ölüm böyledir diye anlattıklarının şimdiki yaşımda ilgimi çekmediğini farkettim. O zamanlar iştahla altlarını çizmişim. Şimdiyse onu sadece, sekiz bin metre yükseklikte yağını kaybeden tek motorlu bir uçağın içinde, donmuş pedalları açmaya çalışan, bozulan göstergelerdeki rakamlarla boğuşan, oksijenini bitirmemek için sürekli telkin halinde ruhen melankolik, şartlar gereği adrenalin etkisinde bir savaş pilotu olarak düşünüyorum. Böyle düşününce yazdıkları daha olgun ve daha çocukça gözüküyor.


Şimdiki okuyuşumda işaretlediğim yerlerden biri şöyle:


“Sağ kalırsam, düşünmek için geceyi bekleyeceğim. Sevgili gece. Gece, akıl uyur, her şey olduğu gibi vardır. Gerçekten önemli olan varlıklar, kendi biçimlerine bürünür, gündüzün yok edici çözümlerinden kurtulurlar.”


(Ayrıca buna “Gece Uçuşu” kitabını okumak için bir sebep daha diyebiliriz:))


Başka bir yerde de, uçağın içindeki halinden şöyle bahsediyor;


“Tıka basa dolduğum bütün araçların yerlerine yerleşmeleri ve anlam kazanmalarıyla rahatım arttı. Boru ve kablolardan oluşan bir işkembe, gidiş geliş ağı oluverdi. Uçağa yayılan bir organizmayım ben. Giysilerimin ve oksijenimin ısısını artıran şu düğmeyi çevirince, uçağım rahatımı sağlar. Zaten oksijen çok ısınmış, burnumu yakıyor. Oksijen dağıtımı da yükseltiye göre karmaşık bir aygıtla ayarlanmaktadır. Beni besleyen bu uçaktır. Uçuşa çıkmadan önce, bunu insanlık dışı olarak görürdüm, oysa şimdi beni emziren uçağa karşı, bir tür sevgi duyuyorum. Meme çocuğunun sevgisi gibi bir şey.”


Teknesi ile tek başına uzun seyahatlere çıkan bir tanıdığımla İngilizcede gemiler için neden dişil “She” zamirinin kullanıldığı hakkında konuşmuştuk. Ben, kadının kadının kurdu olmasından ötürü gemide uğursuzluk getiren kadın figürü temasından ya da kaptanların basbaya erkek olmalarından ötürü gemilerin “She” olabileceklerini zırvalarken, o, fırtınalı havalarda kendini tehlikede hissettiği zaman teknesinin ona annesi gibi gözüktüğünü söylemişti. İşlerin çok kötüye gittiğini ve karaya dönemeyeceğimi düşündüğüm zamanlar tekneme bakıyorum ve bir babanınki gibi kaba kuvvete dayanan koruyuculuk değil, bir anneninki gibi şefkatli ve teskin eden bir koruyuculuk hissediyorum demişti, ona göre gemiler ancak kadın olarak düşünülebilirmiş.


Saint-Exupery’nin uçağın içinde kendisini bir meme çocuğu gibi görmüş olması bana bunu hatırlattı. Ayrıca uçağın arkasında bıraktığı beyaz izi bir ara uzun bir gelin-duvağı gibi düşünüyor, sonra bu benzetmeyi yaptığı için kendine kızıyordu.

*

Saint-Exupery’nin kitabında hem 11 sene evvelki halimin hem şimdiki halimin işaretleyeceği bir yer var, bir çocuk gibi yakalanıyorum. Çünkü şöyle diyor;


“Herkesin geldiği o geniş bölgedir çocukluk! Nereliyim ben?


Çocukluğumdanım.”