Niye sakarız biz? Niye kitapları kütüphanem diye bir dolaba tıkarız da bir daha başka bir insan yüzü görmesin isteriz? Gardiyan kesiliriz başına, dolabın kapaklarını cezaevi kapısı gibi kapatırız. Hatrımıza geldi mi birkaç dakika görüş izni veririz o da temizlik vakti diye.
Ve sakarlığımız üstümüzde. Bir taraflarımızda bir şeyler her daim. Boğazda düğüm, başta sorular, solda hasret, gözde tütün. Gözümüzde tütüyorsun. Gözümde de denebilir fark etmez. Meyve suyu çeşidi mi bu fark etmesin? Öyle bişey.
İnsanı insan yoruyor ama insanın ilacı insan aynı zamanda.
Yağmur yağdı bugün. Şapkan var niye kapatmıyorsun dedi. Nasıl yani? Kapatsa mıydım? Islanmayı sevmiyorlar mı gerçekten? Ne var başım, yüzüm, üstüm sular içinde kaldıysa? Ne var korkunç? Güneşe karşı üretilmiş bir şeyi yağmura karşı kullanan insanlara mı uysaydım? Bazen insan da yağar. Bir insanın gözünden yaş olur akar. Tuzlu yağar insan, dudağa ulaşıp diline dokundu mu yağmuru acıtır. Tıpkı susayan ve denizden su içen adamın hâlidir âşık. İçtikçe susar, susadıkça içer deniz suyundan.
Sakarlığımız yüzünden tebessümü koyduğumuz yeri kaybediyoruz. Belki de o sakarlığın olması gerekiyordu daha güzel tebessümler gelsin diye onların yerine.
Yol. Ne uzun. Çocuklar. Ne tatlı. Fareler. Ne kalabalık. Hani bu fareler var ya alacağı arabaya karar veremeyen ne sorusuz bir canlı. Hiç sormaz mı insan?
~