"Haydi bakalım, şimdi gözleri kapatma vakti!"


"Ama ne zaman saklambaç oynasak beni kandırıp kaçıyorsun baba!"


"Ama her seferinde geri dönüyorum, değil mi?" Babasının gözlerindeki sahiciliğe güvenen Zin, gözlerini sımsıkı kapadı. Biliyordu, şimdi babası işe gidecekti. Onların küçük bir oyunuydu bu. O bebekken babasının işe gitmesini istemez, sürekli ağlardı. Babası da işe rahat gidebilmek için bu oyunu üretmişti. Annesi onun gözlerini kapatır, baba şimdi saklanacak derdi. O ise gözlerini açınca babasını bulamaz, sinirlendirdi. Annesi ise ona "Saklambaç bu, her zaman bulamazsın ama önemli olan sabırla beklemektir. En sonunda sıkılıp gelecek baban bak görürsün." derdi. Ve annesi her zaman haklı çıkar, babası akşam eve dönerdi. Ve tamı tamına 7 yıldır kapıyı açar açmaz, "Ama beni bulamadın kızım, sıkıldım geldim ben de bak." derdi gülerek. Zin ise bundan çok zevk alır, babasını hiç sobelemezdi.


Pazar günleri saklambaç oynamazlar, ailecek yemek yerlerdi. Anne babasının arkadaşları onların evine gelir ve o geceyi beraber geçirirlerdi. Kuşkusuz Zin için fevkalade geçerdi o gün. Babası ve annesinin azarlamalarına rağmen, arkadaşları sınırsızca abur cubur getirirler ve sabaha kadar onu beraber yerlerdi. Annesi arkadaşına takılır "Bence sen abur cubur yemeye bahane arıyorsun, çocuğu alet ediyorsun." derdi. Her seferinde aynı cümleyi söylemesine rağmen sanki ilk kez demiş gibi herkes gülerdi. Zin'in anlayamadığı konulardan konuşurlar, çoğu zaman öfkelenirler ama sonra sakinleşirlerdi. Zin bir keresinde babasına "Neden bu kadar sinirleniyorsunuz ama sonra birden sakinleşiyorsunuz baba?" diye sormuştu. Babası da "Bizim sinirimiz birbirimize değil ki kızım, ondan hemen sakinleşiyoruz." demişti. O zaman anlamıştı ki birileri vardı ve o birileri çok kötü insanlardı. Çünkü anne ve babası başka hiç kimseye böylesi sinirlenmezdi. Yine değişmeyen bir ritüel olan evi terk etme zamanı geldiğinde annesi ısrar kıyamet onları evde tutar ve yer yatağı sererdi arkadaşlarına. Zin ise gece uyanır onların yanında yatardı.


Zaman gelip geçince bu pazar günü buluşmaları azalmaya ve hatta yok olmaya başlamıştı. Annesi ve babasının neşesi de eskisi gibi olmaz olmuştu. Zin sebebini sormak istiyordu fakat sorarsa daha da kötü olacak diye bir his vardı içinde. Babası sabahları erkenden kalkıp işe gitmiyor, o yüzden saklambaç da oynayamıyorlardi. Çünkü çoğu zaman eve bile gelmez olmuştu. Geldiği zamanda da üçü birlikte uyur sanki son kez beraber olacaklarmış gibi babası sarılıp öperdi onu. Arkadaşlarının nerede olduğunu sorduğunda annesi "Yakında gelecekler." diye geçiştirirdi onu.


Günlerden bir gün babası güneşin yeryüzünü yavaş yavaş terk ettiği saatlerde alelacele onları bir yere götüreceğini söylemişti. Yüzünde buruk bir ifade vardı. Ama sonra babası "Uzun süredir saklambaç oynamıyoruz Zin. Haydi bugün en güzel saklambacı oynayalım ne dersin? Ama bu sefer beni çok zor bulacaksın." Zin bu sözlerden sonra bir anda tüm kötü hislerden uzaklaşmış "Tabii ki baba, çok isterim. Hem ne kadar zor olursa olsun en sonunda sıkıntıdan pes eden sensin!" Babası bu lafına gülümsemiş "Umarım bu sefer sıkılmam çok uzun sürmez." demişti. Ne demek istediğini anlamasa da üzerinde pek durmadı Zin. Ve yola çıktılar. Kimsenin olmadığı bir yerde, deniz kıyısında arabadan indiler. Yaz olduğu için hava serin değildi ama dalgalar ister istemez insanın yüreğini titretiyordu. Güneş güne veda ederken gün batımı ışıkları uzaklarda bir adaya vuruyordu. İçi soğudu birden. Babasına baktı. Babası da ona. Sonra annesi onu kucağına aldı, eliyle güneşi işaret ederek "Baksana Zin, güneş ne güzel batıyor. Bulutlar sanki senin çizdiğin gibi olmuş!" Zin bu konuşma tarzını iyi bilirdi. Ne zaman üzüleceği bir şey olsa annesi bambaşka konulardan bahseder, dikkatini dağıtmaya çalışırdı. Babası önce annesini sonra Zin'i öptü, sarıldı.


"Haydi bakalım, şimdi gözleri kapatma vakti!" "Ama ne zaman saklambaç oynasak beni kandırıp kaçıyorsun baba!"


"Ama her seferinde geri dönüyorum, değil mi?"


"Evet..."


Zin annesinin elleriyle gözlerini örttü. Çünkü bu sefer hile yapıp bakabilirdi. Kendine güvenemedi. Biraz sonra denizden sesler geldi kulağına. Birkaç su damlası üstüne çarptı. Sonra o ses yavaşça uzaklaştı. Artık sabredemeyen Zin, annesinin ellerini

itti ve denize baktı. Uzaklarda küçük bir tekne gördü. Ve içinde babasını hemen tanıdı. Tekne gittikçe küçülürken gözyaşlarını tutamadı. Annesi onu öptü:

"Sen babanın neden bu kadar geciktiğini sanıyordun

bakalım. Her sabah böyle uzaklara gidiyor da ondan!

Artık biz beraber onun gelmesini beklemeyeceğiz.

Çünkü yerini biliyoruz. Bu sefer biz

sobeleyeceğiz! İster misin böyle bir macerayı?"

"Evet! Biz onu sobeleyelim. Haydi gidelim"

"Elbette gideceğiz, ama o bizi hep bekletti, biz de onu bekletelim annecim."



"Tamam olur, nasıl olsa sıkılınca o gelecek..."