Zannettiğiniz gibi hastalık üzerine yazmayacağım. Aksine, insanların ve tabii ki bilhassa benim de hastası olduğum konudan gireceğim: Maddiyat…


Madde kelimesinden üreyen bu kelime, bazılarımız için maddi bir gücü simgeler. Oysaki madde dünyanın her yerinde bulunan ve her şekilde dokunabildiğimiz bir objedir. Bir fabrika işçisinin İngiliz anahtarıdır bazen. Bazen de demlediğimiz o çay, içtiğimiz şarap. Ama en önemlisi bizim için, insanın ta kendisidir.


Dünyaya maddi durumu iyi olarak gelmiş olan insan, daha rahat yaşar hayatını. Geçinme derdi olmaz, istediği her şeye ulaşabilir. Kördür, istediğini görür. Sağırdır, işine geleni duyar. Emir verir çevresindeki insanlara. Duygusuzdur, sanata değer veriyormuş gibi gözükmek için aldığı tabloların onun için sadece maddi değeri önemlidir. Ve en önemlisi, yalnızdır. Çünkü herkes onun gibi değildir. Sade ve sığ bir hayatı vardır. Bu onu insan yapar işte. İnsan neydi; duygusuz, dünyayı sömüren ve ondan başka bu gezegende hiçbir varlığın yaşamadığını zanneden varlık. Zengin zanneder kendini. Ama benim ismimden daha fakirdir o.


Salgın var dünyada, evet. Ama bu tıbbi salgın dışında, etik bir salgın da dünyada uzun süredir var olmaktadır. Hepimiz zengin olmanın derdiyle yanıp tutuşuyoruz. Halbuki fakirleşmek için çabalayan o kadar insan var ki. Bu insanların basit bir portresi çizilebilir ve size, nereden bu salgına yakalandığı kolay bir biçimde aktarılabilir.


‘’Ya iyi hoş anlatıyorsun da Fakir, fakir olmak çok mu güzel bir durum?’’


Benim ismim Fakir'dir, oradan bilirim. Fakir olmak kadar güzel bir duygu yoktur. İnsanı insanlıktan çıkartır. Geliştirir onu. Düşünmesini sağlar. Sağır değildir çünkü. Duyduklarını bize anlatır. Anlamaya çalışır. Kimisi bunu çözümlendirmeye çalışır. O fakir işte yazardır, şairdir, romancıdır. Aman ha sakın, diğer edebiyat insanlarını böyle stereotipleştirdiğimi düşünmeyin. Bazıları belirli zümrelerin köpeği olmuş durumdadır, bazıları ise metalaştırılmış roldedirler. Ama bazıları vardır ki ah ah! Bana, sana ve başkalarına yazmayı sevdiren insanlardır.


Onlar da insandır ya. Üretirler ve yerlerine başkaları gelene kadar bekler dururlar.


Ben de bu yüzden yazıyorum işte. Beni benden sonrakiler okusun ve daha iyisini yazsın diye.


Fakir olanın içinde sevgi ve empati boldur. Bunu bir zengine entegre etmek zordur. Ama onu bir fakir gibi yetiştirirseniz az önce bahsettiğimiz maddi olarak güzlü doğmuş insan daha farklı düşünür. Edebi ve manevi açıdan zenginleşen insan, dünyaya daha güzel işler bırakır. Onun için sanat, maddi bir değerden çok, manevi bir değere dönüşür. Böyle olmamız zordur tabii. Her edebi kişiliği ucundan da olsa bilmek ve okumak gerekir. İnsanı insan yapan şey olan paradan kopup parayı araç haline getiren birey, daha güzel yarınlara ulaşabilir. Bu bir hayal değildir. Yarın kalktığın zaman para kazanmak için değil, insanlar üzerinde iyi bir etki ve algı bırakmak için, kısacası insan kazanmak için gitmeye başladığın zaman, işte o zaman içindeki insan bir nebze daha zenginleşir ve kendine gelir. Devamında ise kapitalist çevrelerin senin çok ihtiyacın varmış gibi gözüken eşyaları sana satmak için yaptıkları reklamlara gelmez ve babasını kaybetmiş, açlıktan sokakta gezen iki deri bir kemik çocuğa yardım edersen işte o zaman zenginliğin pekişir ve daha mutlu olursun.


Bizi paranın kölesi yapan bu sistemi ancak yine bizim gibi insanlar değiştirebilir ve yoluna sokabilir. Alışmışız bir kere bırakması zor oluyor diyenlere.


‘’Alışkanlıklar alışkanlıktır, insan onu pencereden atamaz; ancak tatlı bir dille merdivenden birer adım aşağı inmesini sağlayabilir.’’*

                                                                                                                                                       *Mark Twain