Bir yaprağı okşarken gördüm onu.

Erkeklerde pek denk gelinmeyen bir zarafetle,

kadınlarda rastlamayacağımız bir şefkatle okşarken bir gül yaprağını gördüm onu.

Sonrasında nazaketi küçümsenmiş,

zarifliği alaya alınmış,

şefkati suistimal edilmiş bir insanın tedirginliği oluştu hareketlerinde. Kimseler, onu o yaprağı severken görsün istemiyordu. Birileri, elinden, dünyaya bağlanışının son umudunu çalabilirmiş gibi çevresine baktı. Sadece o ve tabiyat arasında, bir sır, bir tılsım saklarcasınaydı.

Neydi bir insanı bu derece yetinir ve çekingen kılan? Neydi onu böylesine kabuğuna çekilen biri yapan? Ne ola bir kişiyi bu derece kendi varoluşunu sorgulamaya iten?


Sevdiği birşeyleri kaybetmiş olmalı diye geçirdim içimden. İnsanları zarif ve ince yapan tek şey belkide budur: Kaybedebilirlik, yitirebilirlik bilinci.


Ona baktığım pencerenin arkasından çocukluğuma gittim.

Acaba dedim iyiliği ve zerafeti sansürleye sansürleye mi kötüleşip çirkinleşiyoruz?

Hepimiz pencerelerin arkasında yaşarız bu arada. Hepimiz hayata bir pencereden durur durur bakarız, ve bu pencereyi biz seçmeyiz. Annemiz babamız içine doğduğumuz sınıfsallık çevre ve şehir belirler manzarayı. Çoğu kişi değiştirmez penceresini, tanıdığımız acılar çünkü yaşamadığımız sevinçlerden evla gelir.


z.a 6 ağustos 2023