Bi' önemli husus daha var hayatımda, o da Selma. Fakültenin benim için dört onun için üçüncü senesinde tanıştık. Ben onu ilk gördüğümde kuşları seyrediyordu çimlere yatmış. Tabii ben Selma'nın o gün kuşları izlediğini çok sonraları öğrendim. O da benim gibi gökyüzünü izlemeyi seviyor diye düşünmüştüm. Bu iyiydi. Sonraları bi' arkadaşın doğum günü için toplandığımız evde karşılaşmıştık. O beni ilk sefer görürken, ben onu ikinci sefer görüyordum. Fakat bu fark gözlerindeki gökyüzünün gözlerimdeki yeryüzüne çakılı kaldığı ilk andı ikimiz için de. "Merhaba" dedim, "Ben Şamil." Elini uzattı, "Selma" dedi. Memnun olduk. Bulunduğumuz ev alçak tavanlı, koyu renk duvarlı, tam bi' köstebek yuvası. Bi' süre nezaketen gülümseyip sohbete pasif katılım sağladım. Selma daha neşeli ve sesli bi' katılımı seçti. Bu, ondan beklemediğim ilk şeydi. Fakat hoşuma da gitmişti. Mumlar üflendi, şarkılar söylendi. Varoluşsal kaygılar başa duman edildi. Artık dayanamadığım anlarda alnımdaki teri silerek "Ben içecek almaya gideyim, sanırım bitmiş" dedim. "Ben de geliyorum" dedi Selma. Bu onun için ilk benim için ikinci beklenmedik davranışıydı; fakat bu da yine hoşuma gitmişti. Çıktık ve içecek alıp geri dönmek yerine parktaki kuşları yemledik. Benim hayatımdaki yerini daha o günden belirlediğini düşünürüm çoğu zaman; eksik neşemi tamamlayan, her yolda yanımda olan kadın.