Odalar hep değişir. Isınamaz, sıcak tutmaz ruhunu, parmakların buz parçaları gibi kırgın, narin. Kalem tuttuğun eller, biraz yabancılık, biraz da başka şeyler hissettirir sana. Kafan eğik, gözlerin kâğıtta. Bu manzara dışında odalar hep değişiyor. Elinde olmayan zamanın çingene ruhu senin çok ötende. Bunu biliyorsun.

Sabah olduğunda sıcak bir ekmek alıyorsun fırından. İki yumurta ve zeytin yiyorsun. Kahveni soğuk içmeyi seviyorsun. Kahven soğurken ellerini kucağında birleştirip tikleyen saatin sesini dinliyorsun. Bugün boşsun. İş güç yok. Kitaplığında seni çağıracak kitaplar eski, defalarca okumuşsun. Kafanı yastığa dayayıp öylece uzanıyorsun.

Akşam yemekleri geçiyor, sabah rutinler sessiz, kışın karsız havası gri. Isıtıcın bozuk ve üşüyorsun. Üst üste giydiğin yünlü kazaklarının arasında sen yine de üşüyorsun.

Şarkı açıyorsun radyodan. Blues şarkıların ritmi ruhsuz atlar gibi kaçışıyor senden. Sadece ses doluşuyor odana.

Dışarı çıkıyorsun. Dış kapının önünde siyah bir kedi karşılıyor seni. Sürtünüyor, miyavlayıp başka bir kedinin yanına gidiyor. Parke taşların üstünde ilerliyorsun. Etrafında karartı ordusu geçişiyor, insanların kulaklarında kulaklık var, arkadaşları ve bitmez bilmez sohbetleri var. Çizgi roman karakterleri gibi dudaklarından çıkan kelimeler baloncuğa dönüşüyor havada. Sen yürüyorsun. Yol sola dönebilir ya da sağa. Seçim yapmak bile yoruyor, montunu almayı unutmuşsun. Kat kat giysiler koruyamıyor seni.

Sola dönmeyi tercih ediyorsun. Ellerin montunun cebinde. Bir kafeye sığınıp kahve söylüyorsun. Yeni nesil kahve dükkanında genç üniversiteli insanlar var. Bazıları ders çalışıyor, konuşuyor, her zaman tabaklarında bırakılacak olan tadı kötü pahalı tatlılarını yiyorlar. Yalnız oturan bir sen varsın. Kahveni içip terk ediyorsun orayı.

Sokakların arasında dikili evler dikkatini çekmiyor. Gökyüzü bile sıradanlıkla boyanmış, sıkılmış tanrının renksiz renkleri. Kuşların sesini boğan arabalar didişiyor, kargalar var sadece. Gaklayıp ağaçlara tüneyen siyah lekeler.

Kendini mezarlıkta bulduğunda geceye çalan renkler var. Gölgeler ve karanlığın koyu saltanatı. Tanımadığın birisinin mezarlığında dikili kalıyorsun. Biri sana doğru yürüyor. Sana samimi bir tebessüm, acını anlayıp özür borçlu bir bakış atıyor ve yoluna devam ediyor. Sen kafa sallamıyorsun. Mezarda yatan ölü kim bilmiyorsun.

Eşin yok. Annen ve baban hayatta. Kardeşlerin evli ve mutlu. Ancak ayaklarına güveniyorsun, seni getiren kaderinle dikleşecek kadar çocuk değilsin.

Merhum ölünün ismini görüyorsun. Bir kadına ait isim. Otuz sekiz yaşında ölmüş. Gözlerin nemleniyor. Sen ağlamazsın oysa. En son ne zaman ağladığını hatırlayamazsın bile. Ancak işte, ilk damla yanağından aşağıya süzülüyor. Boğazına doğru ilerleyen tırpanın metal acısını hissedebiliyorsun, suratın kızarıyor, burnun kutsal suda vaftiz edilmiş bebek gibi ıslak. Ağlıyorsun. Orada yaşayan ölüye ağlıyorsun. Çocukluğunda pamuklu şeker yiyip babası ile sinemada izlediği ilk filme büyülenen kadına. Annesi saçını örerdi. Dışa dönük sürekli gülerdi, sıradan konuşması bile ağzından çıkan neşe palamuttu gibi. Dişlek ve renkli kıyafetleri vardı. İlk âşık olduğu çocuk pislikti, kalbini kırıp biraz da olsa gülümsemesini çalmıştı. Annesinden yediği ilk tokattı suratını yakarken hamileydi. Büyük bir şirketin kafeteryasında kahvesini içip dedikodu yapar, hafta sonları hayvanat bahçesine gidip gorilleri besleyip annesini ziyaret ederdi. Evlenmemişti. Çocuğunu aldırmış film izlemeyi severdi. Sonra, sonra öldü.

Tüm bunları hayalinde yaratıyorsun. Gözlerinden akan yaşlar yeşil cimlerin üstüne düşerken tanrı olmak mı istiyorsun.

Hayır. Gözyaşlarını sil. Elini montunun cebinden çıkar. Ağır olanı, tabancaya sıkıca sarıl ve şakağına götür. Oradaki kadın bir hiç. Sandığında kadar mutlu değildi çünkü, çünkü hayata mutlu olan bir şey olamaz. Uyan. Gerçek elinde. Kafana daya ve dayan tetiğe.

Bebek gibi ağlamanın faydası yok. Kocaman adamsın. Kahveni yalnız içiyorsun. Yatağın soğuk. Sabah güneş senin odana doğmuyor. Komşun manzarayı kapatmış, sevdiğin tüm kitapları okudun. Filmler daha da kötü. Şarkıları duyamıyorsun bile. Daha ne duruyorsun. Bu dünya bayat bir tat vermedi mi.

Hayır. Sana hayır dedim. O silahı geri cebine sakın koyim deme!

Hey beni burada bırakıp gidemezsin. Sana diyorum. Beni sen yarattın. Melankolik yalnız hayatında seninle konuşan tek kişiyim şerefsiz. Sırtını bana dönüp gidemezsin. Seni ben yarattım. Seni anlayan ve anlatan benim. Siktir git! Kendini ne sanıyorsun bok herif.

Bir gün gebereceksin. Lütfen gel. Beni burada bırakma. Korkuyorum.