Sonrasını düşünürken de sonra oluyor ama insan, öyle değil mi?


Karşılarına oturtup, tekrarlata tekrarlata öğrettikleri şeyler var. Sayılar gibi.


Birden sonra iki gelir, ikiden sonra üç gelir, üçten sonra dört gelir ve dörtten sonra da beş. Bunu böyle bil ve bunlardan sonra gelenleri de aynı öğrettiğimiz gibi takip et.


Dörtten sonra beş geleceğine öyle bir inanıyor, bunu öyle ezberliyor ki bazen insan; kimi dörtlerden sonra sekizler, dokuzlar, yirmiler, elliler de gelse artık bunları göremeyecek hale geliyor. Tüm bunlar birer beşe dönüyor onun için.


Kafasının içerisindeki hemen her şeyin bir insan öğretisi olduğunun farkına varan kişi ise, sorgulamayı bırakmıyor. Hatta açıyor da kendini diğer olasılıklara, biraz da cüretliyse.


Görüyor işte o zaman dörtten sonra gelebilen diğer sayıları da. Deliriyor da biraz, doğrudur. Ama delilik güzel şey.


Hesaplar kapanıyor. Yalanı da sevmezse, çevresindeki insanlar azalıyor; "Burada dörtten sonra ne geliyor?" diye soranlara ne görüyorsa onu söylediği için. Önce şaşırıyorlar, ardından kimileri ileri de gidip sinirleniyor -çünkü hepimizin beş dediğine sen nasıl dokuz dersin?!-, istiyorlar ki o da onlar gibi kızsın, dayatmalara kalkışsın, kavga etsin. Etmezse, dalga geçiyorlar ve bununla da kendini vurup tüm özgüvenini yitirmezse önce İstiklal Marşı okunuyor, sonra bir dakikalık saygı duruşu ve kapanış.


Ama sonrasını düşünürken hep sonra oluyor insan, değil mi?


Bırakıyor bir yerde sekizleri ve dokuzları da; üçleri, beşleri bıraktığı gibi.


Az yaşlı, pek bilge bir adam vardı. Bir gün denk geldiğimizde bana, hayatı bir gemi yolculuğuna benzettiğini söylemişti.


Öyle ki, giriyormuşsun önce geminin içine. Sadece bir yolcu olarak. Burası önemli.


Nereye gidiyorsa, sen de onun üzerinde gidiyormuşsun. Yol esnasında karşına çıkan manzaralara sebep de, kendini biliyormuşsun.


Küçük manzaraları ben yarattım, demekten sıyrılırsan bitiyormuş zamanla tüm yanmaların.


Tükeniyormuş kavgaların.


Ya da, öyle bir şey.