lahzalar ödünç veriyorum kifayetsiz bulutlara

bir bir alaskalar eriyor avuçlarımda

karanlığı üşüten acımasız zemheri,

birikiyor ağaç kavuklarında.

zehir gibi çaresiz dilim inkâr edemiyor,

yaşamının yaşantısına uygun olduğuna

nasır tutan basiretsiz dudaklarımda

bir isyan şarkısı vardı,

eski çağların haklı ve gururlu türküleri büyütürdü sakladığımız efsunlu çiçekleri.

sensiz özlediğim bir evim yok


bağışlayacak bir yüreğim yok biliyorsun

bir kış akşamında

yalnızlığımızı terk ettiğim günden beri,

zift ve irinle kaplı tüm elvedalar şimdi.

zeval altında toprak gibi gözlerin

bildiğim kaç ayet varsa hepsini kuruttum

hiç gelmeyecek olan baharı beklerken.

şu

göğsünde göğün sancısının kırık hülasası

kesik kelimelere sığmaz.



yağan yağmurun yeryüzüne düşen ilk damlası



hangi dirayet

ya da hangi akıl

varlığını kanıksayıp kendini unutturmayı başarabilmiş,

hüznün yer edindiği gönül çukurunda.

şakaklarımdan uzuvlarıma uzanan tinsel ağrı

bir yanılgıdan ibaret.

gözlerimin gördüğü her şey yabancı

kendimi bulmalıyım.

üstüme tam oturan bir ruh diktirmeliyim

ya da benim olanı hatırlamalıyım

kayıp gidiyor ve

zamanın girdabında bulanıklaşıyor tüm hatıralar

kendimi bulmalıyım.

kendime bir yer bulmalıyım


soğuk bir kırmızı jiletle tüm ipleri kestin

ellerim düşüyordu

bedenimi inkar ediyordu ruhum

çekiliyordu içimdeki denizler

beni birleştiren toprak dağılıyor

ben,

öpemiyorum yağmurları.

keşke bunun ne anlama geldiğini bilseydin


sana sığınıyorum ellerimi bağışla meva