Sanat Dünyası’nda sıradan bir gündü. İki yılı aşkın bir süredir hücrede kalan Emre ve Burhan bugün tahliye olmuşlardı. Hapishanenin kapısında ilk defa karşılaşmışlardı. Birbirlerine sarıldılar ve geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Burhan hemen olaydan koparak lafa girdi.
“Kardeşim, kilo mu almışsın. Hücre sana yaramış mı?”
“Ne yaraması kardeşim? Bence sen kendine bakmalısın? İlk işin ayna bulmak olmalı.”
“Ayna dedin de bak aklıma ne geldi?”
“Ne geldi?”
“Bir şey gelmedi. Gelmiyor. Ne oldu bize? Hiçbir şey hatırlamıyorum.”
“Kardeşim nasıl hatırlamazsın? 3 yıl önce eserlerimiz çakıştığı için Sanat Dünyası’nda ses getiren bir kazaya karışmıştık. Hatırlarsan kurtulamadık ve öldük. Her zaman olduğu gibi o zamana kadar ürettiğimiz eserlerimiz öldükten sonra birer örnekleri okunarak toprağa gömüldü.”
“Desene sonunda istediğimiz şöhrete kavuştuk. Ölmezsen kıymetin de olmuyor, bu nasıl bir hayat?”
“Hayır. Şöhreti ölümümüzle değil de daha sonra yaşamış olabiliriz. Öldükten sonra kütüphaneye gönderildik. Üretmek bizim için son bulmuştu. Ölüm tam anlamıyla gerçekleşmişti. Bundan sonra tamamen tüketecektik. Kütüphanede tadilat olduğu bir gün dayanamadık ve birer mahlas kullanarak bir şeyler yazdık. O gün yazdıklarımıza bakmış olsak belki de bugün burada olmayacaktık. Bakmadığımız için ölüm anı gibi yine çatışmıştık. Sonra da SİT (Sanat İstihbarat Teşkilatı) tarafından yakalandık. 2 yılı aşkın bir süredir hücredeyiz. Her mahkemede hâkim ne derse doğaçlama eserler üretmeye çalıştık. İyi haldir şudur budur derken bizi şartlı saldılar.”
“Hatırladım ya az önce imza attık ve şartlı tahliye olduk.”
“Hadi ya, ciddi misin? Burhan, gerçekten bunu mu hatırladın?”
“Neyse ya, ben güneşi görünce kafam gitti. Demek ki 2 yıldır uyuyorum. Şu uzun uykunun hayalini lisede kurardım da böyle tatsız hatırasız uyuyacağım aklıma gelmezdi. Bu bizim şartlarımız neymiş? Ne yapacağız şimdi?”
“Hadi ya! Onu ben de sormadım. İmza attığımız kâğıdı da okumadım. Sana güvendim. Ne yapalım? İçeriye girip tekrar soralım mı?
“Yok, sakın, böyle bir hata daha yapmayalım! Daha sonra araştırırım. Önce bir evlerimize dağılalım. Yarın görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
İkisi de farklı yönlere doğru yöneldiler ve yıllar sonra evlerine dönmenin huzuru içinde yola koyuldular. İkisinin de kafasını kurcalayan şey, şartların neler olduğuydu. 2 yıldır uyumuş olmaları, evlerini özlemiş olmaları ve kafalarını kurcalayan şeylerin olması nedeniyle ikisini de uyku tutmamıştı. Sabahın erken saatlerinde bir araya geldiler. Emre, heyecanla Burhan’ın şartları buldum demesini bekliyordu ama karşısında nefes sesini bile duyamadığı bir sessizlik vardı. Emre dayanamayarak bu sessizliği bozdu.
“Dostum. Şartları bulamadığını düşünüyorum. Sanırım ben buldum.”
“Sanırım mı?”
“Şimdi direkt olarak genel bir şart bulamadım. Senin şartlarınla benim şartlarım bile farklı olabilirmiş. Hiçbir şey hatırlamıyorsun bu yüzden de bir şey bulamadın. Farkındayım.”
“Ne buldun, usta? Söyle artık siyah tişörtlü abi gibi uzattın da uzattın.”
“Şimdi bu benzetme oldu mu? Gerçekten kırıcı oluyorsun. Neyse… Hâkim, özgün olmak şartıyla üretim yapmalarına demişti. Özgün olmaktan başka şartımız yok. Bu durumda şu kötü şakayı bana tekrar ettiriyorsun ama Teoman gibi olduk. Öldük, eserlerimiz tanındı ve sonra tekrar döndük.”
“Tam Teoman olamıyoruz ama vay be! Şimdi daha büyük kitleler okuyacak yazdıklarımızı. Özgün olmakla beraber daha da özen göstermeliyiz. Aramızda kalsın kütüphanenin cehennem kısmında birisine ceza olarak benim yazdıklarımı okutuyorlardı. Onu gördükten sonra unutmak istedim. Her şeyi unuttum ama o anı unutamıyorum.”
“Tam olamıyorsak ne oluyoruz, Burhan? Neyse, söylediklerinde haklısın. Bir sorunumuz daha var. Bizi özgün olmakla şartlı bıraktılar. Şimdi hiçbir şey üretmesek özgün oluruz zaten ama bunu mahkeme bizden iyi biliyor. Bu yüzden bence kısa bir sürede bir şey üretmemiz de beklenecektir. Ben mahkemede yaptığım doğaçlamalardan roman bile çıkarırım. Hemen başlayacağım.”
Emre’nin bu sözlerinden sonra Burhan kafasını yere eğdi ve biraz düşündü. Hatırlamaya çalışıyordu. Bir türlü bunu becerememişti. Emre’nin koluna girdi ve sadece yanında olmasını istedi. Emre, arkadaşının yanında olmayı kabul etti. Burhan’ın fikir bulamıyorsak bir yerlerden hazır eser alırız düşüncesini çok onaylamıyor gibi olsa da arkadaşı için kabul etmişti. Böylece Burhan, alışveriş merkezine doğru yönelen Emre’yi kolundan çekerek az ilerideki pazarı eliyle işaret etti.
“Emre, dostum! Çok paramız da yokken hiç o taraflara gitmeyelim Sanat Pazarı’nda bir şeyler bakalım.”
“Mantıklı ama kamufle olalım çünkü biz şartlıyız.”
Klasik ünlü tripleriyle şapka ve güneş gözlüğü takarak kendilerini kamufle ettiler. Bu kamufle olmanın süresi yaklaşık 2 saat sürdü. 2 saat sonra pazarın girişine gelmişlerdi. Bir yandan pazarcıların ve müşterilerin sesleri yankılanırken bir yandan da aralarında konuşmayı sürdürüyorlardı.
“Gel abim, gel ablam! Son fiyat 23 Nisan şiirlerim ve fal manilerim var. Buyur ablam? Yetişkin yok abla bizde az ileride Samet abim var. Samet abiii! Ablayla bi’ ilgilen. Gel abim! Bahar aylarının vazgeçilmezi en yeni, en ucuz 23 Nisan şiirlerim var. Yaz tatiliniz…”
“Ge- ge- ge- gel, a- a- a- a- a- a- abi. Ye- ye- ye- ni- yeni ra- ra- rap şa- şaaa- şarkı- şarkılarım var. A- abim!”
“Bak Burhan! Kesinlikle şu heceleyerek rap yapıyorum diyen adam var ya sözlerini buradan almıştır. Olayı hiç anlamamış.”
“Ben bu satış yapan abiyi tanıyorum. Konuşurken heyecan yapıyor zorlanıyor ama rap söylemeye başladığı zaman görmen lazım çoğu sanatçıdan daha akıcı, tane tane ve anlaşılır şekilde rap yapıyor. Vay be! Siyah tişörtü olsaydı bu abinin şimdiye parlamıştı. Geçimini sağlamak için eserlerini satmaya çalışıyor. Bu abiden eserini satın alan kişi de kafasından büyük gözlük takarak dolaşıyor. Bu abi sayesinde o noktaya geldiğini sorsan inkâr eder.”
“Gel abi, gel abla senaryo var. Yaz gelmeden dizilerinizi çekip yaz tatili yapmak isteyenler, buyursunlar tezgâhıma. Aşkın tavan yaptığı, aldatmaların zirvede olduğu en ahlaksız ve kimin ne olduğu belli olmayan diziler burada. Bir alana ikincisinde %50 indirim yapıyorum. Tezgahımı toplayıp yaz tatiline çıkacağım. Buyuruuuuuuunnnnn!”
“Emre, alalım mı?”
“Ne alaka? Senaryoyla işimiz ne bizim?”
“Emre, lütfen dostum. Tüm tezgâhı satın alalım. Tüm paramızı buraya verelim. Ben yazmasam da olur. Ben tekrardan hücreye de dönerim.”
“Ne! Niye bu kadar ısrar ediyorsun? Senaryoyla, yaz dizisiyle bizim işimiz yok. Hadi gidelim ne alıyorsak alalım yakalanmadan çıkalım.”
“Bu senaryoların hepsini alalım yakalım. Topluma bir hizmet yapsak fena mı olur?”
“Bir tezgâhtaki tüm senaryoları yaksan da bu iş bitmez. Bir kıvılcım oluruz ama şu an ateşi yakan kıvılcım yerine ateşe atılan odunlar olmadan şu işi halledelim. Sadece susmanı ve biraz hızlı yürümeni istiyorum.”
“Her yaşa uygun şiirlerimiz var. Şarkı yapılır bunlarla şarkıııı. Almayan bin pişman gelir buraya ama Samet abisini bulamaz. Hadi ben kaçmadan elinizi çabuk tutun.”
“Buuuyyyruuunnnn! Heykellerim var. Yanında almış olduğunuz heykelin çizilmiş resmi de hediyemiz. Buyruuuuuuu…”
“Yeni çıktı. Yaza damga vuracak pop müziğin efsanesi olacak 10 kelimelik pop şarkı sözleri ve besteleri yarı fiyatına burada. Haftaya iki katı olur. Kaçırmay…”
“… tür var. Arabeskten rapine, türküsünden popuna aklınıza gelecek her tür müzik burada dostlar. Günün fırsatını söylüyorum. Elimde son bir tane kaldı. Arabesk, rap ve rock müziğin tek şarkıda birleştiği eser indirimiyle beraber tam tamın…”
“Öykü. Öykü. Öykü var. Değişik öykü. Kafası yanmış öykü. Öykü.”
“İşte burada. Merhaba kardeşim.”
“Merhaba abi.”
“Ne yaptın?”
“Burhan, ben tekrar hücre görmek istemiyorum. Uzatma da al şuradan bir şey gidelim.”
“Tamam bi’ saniye dur. Sakin ol. Kardeşim burada bi’ Osman abi vardı, nerede?”
“Sen nereden tanıyorsun, Osman amcayı acaba Burhan Bey?”
“Burhan mı? Abi, sen neredesin ya? Beni tanımadın mı? Dedemin yanında hep derdin bu çocuk büyük yazar olacak diye hatırlamıyor musun?”
“Ben… Iııı… Şey ya… Bi’ dakika şimdi jetonum düştü. Bana diyene bak siz nereden tanıyorsunuz acaba öykü satıcısı Osman Bey’i? Ayrıca dostum, neden ismimi verdin? Bak, güzel kardeşimiz gözlük ve şapkaya rağmen artık beni tanıyor. Seni de yakmamı ister misin?”
“Abilerim bi’ saniye hiç tartışmayın ve sen Emre abiyi de yakma. Şu gözlük ve şapka ikilisinden vazgeçin artık zaten tanınıyorsunuz bir anlamı yok ki. Abilerim dedem vefat etti. Bir yıldır ben bakıyorum. Ondan kalanlar ve benim de kendi çapımda yapmaya çalıştığım şeyler var. İdare ediyoruz. Size ne lazımdı?”
“Yok kardeşim, biz bi’ ara buralarda değildik. Dedenin vefatını duyduk sevdiğimiz bir insandı. Bir bakmaya geldik buralar ne alemde diye. Sen de aferin iyi bakıyorsun. Biz artık öyle şeyler almıyoruz. Tamamen özgün olmamız gerekiyor. Sana kolay gelsin bir ihtiyacın olursa alo demen yeterli.”
Burhan’ın sözlerinin neredeyse yarısını bile genç çocuk duymamıştı. Konuşmaya başladıktan sonra yavaş yavaş arkalarını dönerek hızlı adımlarla gidiyorlardı. Burhan nefes alıp vermekten konuşamıyordu. Emre ise henüz sonuç olarak bir suç işlemediklerini sakin olmaları gerektiğini anlatmaya çalışıyordu ama olamıyordu.
“Benim aklım almıyor. Kaldıramıyorum. Dayanamıyorum. Nasıl olur ya? Nasıl olur da koskoca Osman ölür? Yıllarını üretmeye vermiş birisi nasıl olur da üretkenliğini bitirir? Tamam, kendi iradesiyle bitirmemiştir ama bitmemeliydi. Olmamalıydı. Osman şu an hayatta olmalıydı. Onu şu an mahkemeye veremem. Yıllardır çektiğimiz bu çilenin sebebi meğerse Osman’mış. Ölmüş de kurtulmuşuz en azından ama canım çok yanıyor şu an. Hadi biz tıkandık da bir öykü alalım dedik. Sen niye aynı şeyi iki kez satıyorsun. Hakkımı helal edemem. O gün aynı şeyleri satmasa biz kaza yapmayacak ve tanışmayacaktık. Böylece bu anılarımızın hiçbirisi de olmayacaktı. Anlıyor musun? Başımıza gelen bunca şeylerin hiçbirisi de olmayacaktı. Kafayı yiyeceğim. Ölmeseydi onu mahkemelerde sürüm sürüm süründürürdüm. Şimdi kütüphaneye gidip onun suratına tükürmek istiyorum.”