sanat ve saygı arasındaki ilişki üzerine ilk duyumumu şu an adını bile bulamayacağım bir youtube kanalının entelektüel sınıfa hitaben hazırlanmış bir videosunda suavi'den duymuştum. sanat, müthiş saygısızlık barındırmalı demişti. düşündüm üzerine ama anlayamadım o yıllarda, böyle nahif ve dokunaklı olma kaygısı taşıyan bir olgu nasıl olur da saygısızlık barındırmalıydı ki?


sonra iyice açtım düşünce perdelerinin arasını ve anladım, anladıkça da katıldım sanırım. hayatınızda attığınız irili ufaklı her bir adım bir kaygı taşıyor değil mi? gece süpürge açamazsınız çünkü komşular rahatsız olur, toplu taşımada sesli müzik dinlenmez eğer ki kulaklığınız dışarı ses veriyorsa, hediye alındıysa etiketi çıkarılır vb. gibi durumlar için "görgü" kelimesi arkasına gizlenmiştir saygı, oldukça da normal ve gereklidir de. şimdi sanat adı altında oluşturulan herhangi bir eseri düşünelim. kimseye karşı bir sorumluluğu yoktur, kimsenin yorumuna tabii değildir. hiç hakkında yorum yapıldı diye değişen sanat eseri olur mu hiç? olsa olsa sanatçının kalbi kırılır işte. fakat eser hiçbir şeyden nem kapmaz çünkü saygısızdır. sizlerin ona nasıl baktığı ve neler söylediği umurunda değildir. sanatçı üzülür düşünür ve bir sonraki eserinde bir şeyleri değiştirmek ister belki yorumlar doğrultusunda ama eser neyse odur. çıktıktan sonra sanatçıdan bile kopar bir süre sonra. mona lisa sizce de daha çok tanınmıyor mudur leonardo'dan? yıldızlı gecelerdeki her bir yıldız hala gogh'a mı aittir sizce? sanatın kendisi bir olgu gibi yaşarken bu onun doğasında olmak zorundadır. çünkü bizlerin fikirleri ve yorumlarına saygı göstermek demek kendi varoluşunu hiçe saymak olacaktır onun için. zerre bir saygı duyup da kulak astığı anda bir tablo bir şeylere, yırtılıp paramparça olmak isteyecektir yüksek oktavdan...