Ne sancılı bir geceydi ama... Hayır... Fiziksel bir sancı değildi. Düşüncelerin arasında; bir labirentin içinde çıkışı bulamamak, gitgide kaybolmak gibi huzursuz bir sancı. İçinde bulunduğum yaşların bir getirisi sanıyorum. Yine de yirmili yaşların artık olgunluğa ramak kala umutlu hissettireceğini düşünüyordum daha ilk kez adım attığımda. Meğer öyle değilmiş. Neyse ki bir gece daha artık sona ermek üzere. Zaten üzerine derin düşüncelere dalmadığım, günün benim için yeniden doğması olayı, -bunun gerçekleşmeyeceği bir gün hakikatken- tüm sıradanlığıyla yeniden gerçekleşecekti. Gece, saatin 4:56 olduğunu fark ettiğimde, bu bence anlamlı (!) görünüşün, hayatı anlamlandırmada ne kadar sığ kaldığım konusunda artçı bir sancı ile beni sarsmasıyla sona ermiş, güneşin yeni bir hengameden sonra yerini terkederek, muhasebe işlerini yine bana yükleyeceği yeni bir güne devrolmuştu. Ve ben her zaman olduğu gibi hesabı denkleştiremeden sonraki günü bekleyecektim. Bu düşüncelerle yeni günü selamlamamdan biraz sonra, getireceklerinin belirsizliği seğiriyordu gözümde.
Farketmek bazen hayatın bir müjdesi bazense ikazı oluyor. Bu ikaz ise öyle bir sarsıyor ki insanı. Bir babanın en hiddetli mizacıyla tanışan çocuğun çenesi gibi titretiyor yüreği. Hangisi daha işe yarar kararsızım. Ancak her şey değiştiğinde ben oyunlarıyla dünyanın en mutlu çocuğunun, o hiddetle ilk kez karşılaştığındaki titrekliğini hissettim göğsümde. Bu anlık sızı, beni birazdan terk etmeden, içimdeki duyguların ve düşüncelerin bir çoğunu yerinden etti. Yersiz yurtsuz bir mülteciye benzer, savrulup gittiler, kayboldular zihnimin derin denizlerinde.
Kendimi kadim uğraşlardan biri olan düşünmede -genç yaşıma rağmen- bir hayli tecrübeli varsayıyordum. Tabi ki önemli bir ayrıntıyı atlamam, belki de görmezden gelmem bu fikri edinmemde etkili oluyordu. Sonra düşüncelerimi kontrol edemediğim mezkûr gecede, adeta fırtınaların küçük bir kayığı rastgele sürüklemesi gibi savruldum. Ben ellerini başının arasına alan, umarsız ve teslim olmuş kayıkçıydım. Kayığım ise hayatın gerçek manası üzerinde gerçeği kavramaktaki acziyetimi temsil eden, o dalgalar arasında kırılıp parçalanması kaçınılmaz olan fikirlerimdi. Hatta bu dalgalar arasında tamemen yok olmayı, bir daha hiç olmamak üzere, biriktirdiğim çok az şeyi bırakıp kaybolmayı tahmin etmek iddiada kolaya kaçmaktı. Neyse ki hayatın bu büyük ikazı bir babanın şefkatini de taşımaktaydı. Ayrıca şanslıydım.
En büyük yanılgıyı taşıyormuşum meğer. Büyüdüm... ayırt ederim sanıyorumuşum karşıma çıkacak şeylerin eğrisini doğrusunu. Öyle değilmiş... yaşadıkça öğreniyor insan ve yaşamadan da büyümüyor. Ne yaman çelişki diyorum kendi kendime bir şeyleri rayına oturtmak için iyice bir raydan çıkmak gerekiyor. Sonra oturtabilirsen sürüp gidiyorsun yol gittikçe. Yok mu başka bir yolu diyorum ama olmadığını da görüyorum her seferinde. O hatayı yapmayacaktım. Bilmeliydim ki hayat insanı geleneksel yöntemlerle büyütüyor. Ona da geleneksel düzendeki boynu kıldan ince çocuğun tavrıyla yaklaşmak gerekiyor mutlu olmak isteniyorsa. En büyük yanlıştı mutsuzluğu seçmek diğer bir deyişle isyankarı oynamak bu yolculukta.
Anlam arama ihtiyacının beni bürüdüğü son yıllarda en çok kullandığım ifade "ilginç" oldu. En rahatsız olduğum konulardan biriydi bu. İlgi kuramazken, ilgi kurmaya çabalamak yerine işin içinden ilgi kurmanın mümkün olmadığına yönelik çıkarımlar beni bu ifadeye sürüklüyordu. Başkalarının dillendirdiği ve beni bunların sorun olduğuna ikna eden söylemlere karşılığım "ilginç" demekten öteye gidemedi. Böylece ben anlam ararken anlamsızlıkları keşfetmenin ötesine gidememiştim. İlginçti bu yaşananlar da... Hiçbir ilgisi yoktu geçmişte edindiğim toy yaşamımın yüzeysel tecrübeleriyle. "Büyüdüm" zannı işte tam da bu anda terk etmişti beni tümüyle. Ve çelişki bu ya büyümeye başladığımı da öğretmişti bana. Sanırım hiç bitmeyecek bir döngü bu. Sanılgılar ve yanılgıların çarpışmasından doğan yepyeni tezler üzerine bir yaşayış dizayn etme gayreti. Şimdi ise nasıl düzenlenecek bilmiyorum. Şu var ki raya tam oturmamış treni yola çıkarmak üzere hazırlanıyorum artık. Yolculuğun neler gerektirdiğini bir nebze anlıyorum gibi...
Hiç kısa ve kolay olmayacak görünen bu yolculuk başlayacak artık galiba. Geldiği zaman üst üste gelir ya işte öyle geldi benim de üzerime. Ama her zaman derim belki de doğruya ulaşmak için sağlam bir tokat yemek gerekiyordur diye. Bu benim yediğim ilk tokattı ve ne mutlu ki çok güzel bir zamanlamaydı. Ben o çocuk gibi eğdim başımı büyük bir kabulleniş içinde. Ellerim dizlerimde bekledim cezamı en geleneksel haliyle. Şefkati gecikmez biliyorum çünkü kurala uygun gidiyorum eskinin tersine. Ve galiba artık büyüyor, başlıyorum önümdeki yolları gerçekten yürümeye...
Neyse... Uyku vakti.