Bu bi sa nat!


Ben, nereden başlasam bilemiyorum. Sarhoşum ve aksiyim aslında. Şu anda her şeye ve herkese muhalif olabilirim. Ki normalde de muhalif bir yanım var, eski aşklarım iyi bilirler. Sonra bizim lordlar da bilirler. Neden lordlar dedim? Çünkü onlar, her biri lordlar. Kimi şiir doğmuş (Y.Ç), ben bilirim. Kimi inançla bezeli (B.Ş). Kimi geçmişiyle kavgalı ve geleceğinden bezmiş kimi. Ben hiçbir şey bilmem aslında. Çünkü bilmenin, bildiğini iddia etmenin küstahlık olduğu bir dönemdeyim. Bir gün "Bu tiyatronun pir-i madonnası benim" dedi Tufan hocam ve ben de inandım. Evet, ben hiçbir şeyim, hiç kimseyim. Yani bir insanın ulaşabileceği en yüksek mevkîdeyim. Hiçbir şey olmadığını bilmenin verdiği o büyük, her şeyden daha büyük küstahlık sahibiyim. Kimse beni yargılayamaz, bana karşı iddia edemez, bana rağmen konuşamaz. İnternette dolanan o "devasa özgürlük" budur işte: hiç kimselik.


"Bay Hiç" adında bir oyun vardı. Bir dönem başrol olarak hazırlanmıştım. Sonra belki kader izin vermedi, oynayamadım. Bir adam her akşam kendi penceresinden uzaklara bakıyor ve bir dairenin ışığını seyrediyordu. Sürekli hayalinde, o ışığın olduğu dairede yalnız yaşayan ve hayatının aşkını bekleyen bir kadın olduğunu düşlüyordu. Bir gün ışığın yandığı daireyi sokak sokak arayıp buluyor ve o dairede yaşayan kadına kendini anlatıyor, Bay Hiç olduğunu anlatıyor ve kaderin onları birbirine yazdığına ikna etmeye çalışıyordu. Oldukça etkileyici bir oyun. Bir pencerenin manzarasında kalan binlerce ışıktan bir tanesi ve buna dayanarak düşlenen bir aşk. Çok ütopik, çok hayalperest. Peki ya gerçekten o ışığın yandığı dairede düşlenen o kadın yaşıyorsa ve hayatının aşkını bekliyorsa? Hayat işte, bilinmezlerle hatta sürprizlerle dolu. Koca yaşlı şişko dünya bu, sürprizleri seviyor. Yeri geliyor umudu bitiklere bir "tık" uzaklıkta bir internet sitesi sunuyor. Ah bu bi sa nat! Ne çok şey kattın ömrüme. Var ol e mi?


Bir klişeden bahsedelim mi? Sarhoşlar yalan söyleyemez klişesi mesela. Şu an çok sarhoşum. Okurken mazur görün beni ne olur. Ben varoluşsal sancılar denen o şeyin dik âlâsını yaşıyorken beni biraz biraz yaşama tutunduran bu siteye minnettarım. Burada bir övgü yok. Burada bir kayırma yok. Burada bir yalakalık hiç yok, ki yalaka biri olsaydım şu an beni televizyondan izliyor olurdunuz. (Sektörel sıkıntılar...)


Çok değerli okuyucular, şahsen ben kendim, sarhoş muhabbetini hiç çekemem. Sizi de saçma sapan sözlerle boğmak istemem. Benim bildiğim, anladığım bir şey var: Burası, yani -eğer onaylanırsa- şu an bu yazıyı okuduğunuz yer çok ama çok kıymetli bir yer. İnsanın hayatında dönüm noktaları vardır. Şimdi biraz özelime gireceğiz. Ben 2015 yılında uyandığım her sabah intiharı düşlerken beni hayata bağlayan Ktü tiyatrosuydu. Bundan aylar önce de pandemi ile beraber de olsa psikolojimin çok bozuk olduğu bir dönemde beni ayakta tutan Bubi' Sanat oldu. Burada çok ama çok güzel insanlar tanıdım ki onlar kendilerini biliyor. Burada olmaya devam ettikçe daha fazla güzel insanlarla tanışacağız, buna eminim.


Biraz analitik düşünecek olursam da burada Türkiye'nin kalburüstü insanlarından bir kitle oluştuğunu düşünüyorum. Çünkü hepimiz insan hakları ve eşitlik, özgürlük, hayvan hakları, bitki hakları, edebiyat, sanat, tiyatro, sinema, resim gibi konularda aynı düşünceler etrafında birleşiyoruz. Bunu hafife almamak hatta bununla ilgili daha derin ve nitelikli analizler yapmak gerekir. Burada yaklaşık 8 bin kişi daha iyi ve temiz bir dünya, temiz bir insanlık, temiz bir sanat için mücadele veriyoruz. Bugünün 8 bini yarının 80 milyonu olabilir ve değişim böyle başlar. Bizler, gelecek nesillerin; bugünün hırsızlarından, yolsuzlarından, yalancı politikacılarından, yalakalarından, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılarından, paraya ve güce tamah edicilerinden, magandalarından, canilerinden olmasını engelleyebilecek bir avuç neferiz. Yani hiçbir şey ve hiç kimseyiz! Ama çok güçlüyüz! Penceremizin manzarasında kalan binlerce ışıktan birine geldik. Aradığımızı bulduk mu? Ben buldum: Bubi' Sanat!