Günlerden çarşambaydı, İzzet izinli gününde bacanağı ile hep gittikleri lokantaya gitti. Afiyetle kelle paçasını içen İzzet "Ulan çalışmak kölelik yemin ediyorum, bak mis gibi soğan sarımsak; sana ne zaman ne yapacağını söyledikleri gibi ne yemen gerektiğini de söylüyorlar." dedi.

— Valla kardeşim doktorlar diyor uzun yaşamın sırrı bu sarımsakta…

Sigarasını çay eşliğinde içerken İzzet'in telefonu zangırdar, hayır gerçekten zangırdar.

— Titreşim modunda bu menem, bugün bari aramayın kardeşim. Valla bıktım, bir yandan bankası şusu busu, bir yandan iş yerinden amirler, yok efendim memurlar; yıldım valla.

Sessize almıştır telefonun ısrarla aranmasına rağmen. Ardından içini huysuz bir merak duygusu sarmıştı. Yoksa acil bir durum olabilir miydi? Kötü bir haber mi köyden ya da eşi mi yoksa yine saçma sapan reklamlar mı yahut dolandırıcı…Bunu düşünedursun telefon yine kapandı. Bir bilinmeyen numara, kim ola ki?

— Reis açsana telefonu, benden şey ediyorsan etme yani, benden sır çıkmaz...

Sevimsiz bir gülüş takındı, ses tonundan neyi ima ettiği anlaşılıyordu.

— Yok bacanak ne yaptın, bilinmeyen numara, kayıtlı değil yani; kim niye arasın ama dönmeyeceğim, dolandırıcı çıkar neme lazım, bizim komşuyu da öyle 30-40 lira dolandırmışlar… Bakalım, ararsa bir daha açacağım.

Yarım saat boyunca içindeki şüphe ile baş etmeye çalıyordu İzzet, art arda sigara yakarak kafasındakileri duman duman soluyordu havaya. İçinde yanlış bir şey yapmış endişesi ile kavrulan İzzet bir anda irkildi, telefon çaldı, elleri titreyerek ve az kala telefonu düşürecek halde açtı, titrek ve kuru bir sesle:

— Alo?

Genizden rahatsız edici eşiğine yakın, çok da kötü olmayan, tanıdık bir kadın sesi ile karşılaştı. Sesinden asabiyeti belliydi, sekreterdi besbelli.

— İzzet Bey merhaba, ben şu bu diş kliniğinden arıyorum, saat 19.00'da randevunuz var, iptal mi edeceksiniz?

"Yooo" dedi rahat boşluğuna düşen İzzet, ardından toparladı. "Yok yok, geleceğim, yoldayım." deyiverdi. Kadın bir şeyler söyledi ve "İyi günler, sağlıklı kalın." deyip kapattı. İzzet şaşkın bir vaziyette:

— Bugün çarşamba, ya nasıl unuturum, tek izinli günümde randevu almıştım, neyse gidelim bari.

Apar topar kalkıp minibüse bindi. Yanındaki gence "Mehmet Akif Mahallesi'ne bir kişi uzatır mısın?" der demez beyninde şimşekler çaktı, leş gibi sarımsak kokuyordu. Yüzüne asit dökülmüş gibi suratı eriyen genç, kafasını çevirse de parayı uzattı, yavaş yavaş adımlarla adamdan uzaklaştı. İçinden saydırmaya başladı İzzet:

— Ulan bacanak, tam günü bu zıkkımı yemenin, bari bakkal falan bulayım da şu kokudan kurtulayım...

Yol boyunca üfleyip üfleyip kendini kokladı. Minibüsten iner inmez bakkal arayan İzzet buldu da ağzına attı kutudaki naneli sakızları, kalan dişleriyle çiğneme girişiminde bulundu, olduğu kadar.


Kliniğe girer girmez doktorun odasına alındı, kendini özel hissettirdi bu durum. Doktor "İki dakikaya geliyorum," dedi. İzzet ağzındakini atmak için çöp kovasına yönelmişken hemşire gelip önlüğünü taktı, hemen de doktor geldi. Hemşireyle konuşurken İzzet aşırı gergin vaziyette etrafı araştırıyor, makinelerden de ürküyordu. Kurbanlık koyun gibiydi, bu anı çişi varken olduğu sünnetten hatırlıyordu. Ah şu kanal tedavisi hep çayı 3 şekerli içmektendi. Doktor döner dönmez bir heyecanla zaten tadı bozulmuş sakızı yuttu İzzet. Doktor İzzet'e yöneldi ve ağzına uyuşturucu iğne vurdu, kokusu gitmesin diye soluk alıp vermeyi kesmişti. Sadece burnundan nefes alıp veriyordu, doktor da inadına ağzının içine girdi sanki. 2 dakika olmuştu ve sorun yoktu, ta ki doktor maskesini aralayana kadar... Gözleri büyüdü doktorun, uykusu açıldı, sanki bir fare görmüş gibi bir surat takındı ya da İzzet öyle sanıyordu. Hemen maskesini düzeltti doktor. "Ee İzzet Bey bu dişlere neden bakmıyorsunuz?" Konuşma gafletine düşen İzzet:

— Valla doktor hanım bu sigara çaysız içilmiyor… Allah… şimdi bittik.

Doktor hastasını rencide etmek istemese de bu neydi yahu? Randevulu geldi bu adam, özellikle mi yapıyordu bu hastalar? Yıl olmuş dişi macun görmemiş, doktora gelirken bile utanma belasını fırçalamıyor dişini diye düşündü. Bu sırada işini yapmakla meşguldü, İzzet'in ağzı uyuşuktu ama sinirleri değil. Doktor sinirine dokununca refleks olarak "Allah!" diye sıçradı, doktor afalladı. Neredeyse bayılacaktı. Kaç gündür üstünde ölü toprağı ile işe gidip gelen doktor, koku sayesinde silkelendi. Ama artık dayanamıyordu. Zaten geçen geldiğinde işlemden önce koyduğu ilaçlı bezler de çıkmıştı. Kim bilir kaç gündür bu dişler açıktı.

— İzzet Bey ilaçlı bezler çıkmış dişten, bu haldeyken size müdahale edemem.

İzzet zaten tek izin günü olan çarşambayı kaptırmak istemiyordu.

— Yok doktor, çıkarmadım valla, düşmüş olabilir mi?

Doktor sinirli bir tavırla:

— Beyefendi düşse bilmez misiniz? Yok, bugün olmaz, haftaya gelin!

İzzet biraz mahcup halde kendini açıklamak istiyordu, zaten haftaya da piknik vardı, yani gelemezdi.

— Benim ağzıma bu kadar uyuşturucu vurdunuz, yapsanıza, zararlı değil mi bu kadar sık vurulması?

Doktor elindeki eldivenleri çıkararak son noktayı koydu. İzzet o sedyede donakaldı. Ne oldu bu bezlere, ne ara oldu? Sonra herhalde doktor kokumdan rahatsız oldu diye düşündü, haklıydı, oysa sakız da çiğnemişti. Sakız… Tabii ya! Sakızlarla birlikte bezleri de yutmuştu! Zavallı, sedyeden bir süre daha inemedi. Doktor kustu, yoksa hamile miydi?