Tanita söylüyor. More than twist in my sobriety.


Mavi, aşağıyı her sabah yaptığı gibi şöyle bir süzdü. Değişiklik var mıydı? En sevdiği şeydi sabahları yeryüzüne bakarak olan bitenle ilgilenmek. Depresifti aslında ama güneşle savaşmazdı. Mavi, bulunduğu bölgeye çok yağmur yağdırsaydı eğer, ölebilirdi kırmızı. Mavi, şaşkınlığını hiç belli etmedi. Senelerin mavisi böyle bir kırmızıyı ilk defa görüyordu. Kırmızı, bir çiçek, evet. Binlercesinden sadece biri aslında. Kırmızı, bu rengiyle kendinden emin. Bir o kadar çocuk. Hem de biraz fazla çocuk sanki. Bu dünyaya ait değil, diye düşündü mavi. Çok yağmurda çürür bu. Bulutu ikna etti. Konuştu, anlattı. Yağmurla anlaştı. Şimdiye kadar hiç olmadığınca titiz, nazik ve düşünceliydi. Çatlağından içeri akan kırmızı, çoktandır unuttuğu bir yerlere dokunmuştu. Toparlanamadı. İstisna olsun bu sefer, dedi. Yağmuru üfle, dedi rüzgara. Üstüne değil, karşısına yağdır, dedi. Kırmızı, olan bitenden habersizdi. Çürümedi. Biliyordu, yağmurla çürüyecekti. Çürümeye hazırlandı. Yağmur yağmadı. Kırmızı çürümedi. Başka yerlerde başka kırmızılar çürüdü ama o kırmızı çürümedi. Kırmızı, istisna olduğunu hiç bilmedi. Hikaye hiç bildiği gibi gitmedi.


No Doubt söylüyor. Don’t Speak.


Aylar geçti. Polenlerinin başına dert olduğu mevsim. Kırmızı, arılardan muzdarip. Sevmiyor arıları. Hepsi kraliçe arı için deli gibi çalışıyorlar. İlerideki kovanlarda hapis hayatı yaşayanlar var. Polen için gelebilenler, henüz şanslı olanlar, özgür olanlar. Biri var içlerinde. Hep en önce geliyor. Öfkeli, yorgun, kafası karışık. Canı acıyor belli. Yaralı. Lider arı. Yarasını belli edemiyor. Arada kanadı kanıyor. Kırmızı, kırmızıya karışıyor. Belli etmiyor. Herkesi yönlendiriyor. Görev veriyor. Kırmızı, artık yağmurla çürümeyecek kadar kuvvetli, hatta şifalı. Renginden şurubu, reçeli var. Yağmur geçerken, yapraklarından akan rengi saklıyor. Öfkeli için saklıyor. Ertesi sabah şansı yaver gidiyor. İlk sabah esintisiyle arının yaralı kanatlarına bırakıyor iksiri. Öfkeli, sabah sabah başına gelenlerden hoşlanmıyor. Kanatları ağırlaşıyor. Söyleniyor, uçuyor. Ve iyileşiyor. Artık daha sakin. Kırmızı için öfkeli arı bir istisna. Arı, ölmeyi beklerken iyileşti. İstisna olduğunu hiç bilmedi. Hikaye hiç bildiği gibi gitmedi.


Doris Day söylüyor. Perhaps.


Aylar geçti. Öfkeli arı, genlerine yerleşmiş içgüdüleriyle savaşıyor. İnsan kadın, ince bir sabahlıkla yüksek, çok yüksek bir binanın balkonundan aşağıya bakıyor. Tehlikeli bakıyor. Arıyı fark etmesi imkansız. Kafası karışık, şehrin ışıkları çok güzel. Yükseklik korkusu var kadının ama ateşe bakar gibi eğiliyor aşağıya. Anneannesi kafan ağır gelir, düşersin, eğilme fazla, diyor. Kadının çocukluğu konuşuyor. Arı nereden geldi buraya, bilmiyor. Kanadını kim iyileştirdi, hatırlamıyor. Ufak bir gelincik buketi, büyük bal kavanozları, gürültülü bir kamyon, iri yarı bir adam, ürkütücü bir market poşeti (25 kuruş) şimdi de bu ev. Kadın, aşağıya iyice eğiliyor. Öfkeli arı, insan sevmiyor. İnsanlar ailesini, büyük kovanlarda tutsak etti. Kadın üzgün, kadın umutsuz. Kadın istisna. Öfkeli, genellikle düşünmeden batırır iğneyi en acıyacak ince deriye. Bekliyor. Bu kadının canını daha fazla acıtmak istemiyor. Bir damla gözyaşı düşüyor balkonun tozlu taşlarına. Öfkeli arı, gecenin karanlığında insan kadının ince bileğinde parıldayan ince bileziğin üzerine konuyor. Kadına bakıyor. Kadın, bileğindeki arıyı görünce kafasını kaldırıyor. Yeniden dengesini buluyor. Telefonu çalıyor. Kadın insan, öfkeli arı için istisna. Kadın insan, istisna olduğunu hiç bilmedi. Hikaye, hiç planladığı gibi gitmedi.


İstisnalar, genellikle istisna olduklarını bilmediler. Genelgeçer kuralları yakıp yıkıp geçtiklerini, geçtikleri yerlerde güzel anılar bıraktıklarını bilmediler. İstisnalar müstesnaydı. Bilmediler. Bilseler, şımarırlardı. Bilmediler.

Neyi istersek onu seçtiğimizi sanıyoruz ama aslında neysek onu seçiyoruz. İstisnalar haricinde.